26 Ekim 2017 Perşembe

İsmail (Arkası Yarın)

2009 yılında grafikerler.org sitemizde yayınladığım arkası yarın dizisi....

Saatlerdir ayakta beklemekten tabanları şişmişti İsmail’in, bari en azından gidip çay ocağına oturayım diye düşündü, fakat ya adamı göremezse, vazgeçti, beklemeye devam etti. 

Hava oldukça soğuktu, montunun yakalarını kapattı yanaklarının üzerine, saç sakalının karıştığını, sabah aynaya baktığında fark etmişti, önemsememişti, bu havada kimseler yoktu piyasada, her gün aynı yoldan gelen, saatini aksatmayan adam neden gecikmişti? 

Sağa baktığında, iki kişiyi fark etti, sokağın köşesinde duruyorlardı, onların ne işi vardı, aklına kötü şeyler geldi, yok canım dedi, hiç alakası yok, durduk yere kendi kendine kuruntu yapma.

Güzel başlayan heyecanlı bir günün, son saniyelerine şahitlik etmekte olduğunu düşününce, kalbi sızladı, gidip adama nasihat etse, vazgeçer miydi? Bunun çok doğru olmayacağını düşündü, çay ocağının sol tarafında bir ihtiyar, elinde tuttuğu çay bardağından ısınıyor gibiydi, ne tuhaf, bende yaşlanacak mıyım, diye düşündü. 

Zaten yaşlı sayılabilecek kadar çok şey yaşamıştı genç yaşında, Zehra son dönemlerin en acı gecelerini yaşatmıştı, hayat sürprizlerle doluydu, Zehra’nın hayatına girişi, nasıl güzel bir sürprizse, sonrasında yaşadıkları bir o kadar, kötü zamanlarla doluydu.

Saatine baktı, zaman oldukça ilerlemişti, ne adam vardı piyasada, ne arabası, sıkılmaya başlamıştı artık, ne olacaksa olacaktı zaten, bu sabah tüm cesaretini toplayıp gelmişti, sonuçta hayat yolları hep bir yerlerde kesişmez miydi, insanların? 

Kafasını tekrar kaldırıp sol tarafa baktı, adamın geliş güzergahına, Allah kahretsin dedi…


Adam yaya olarak geliyordu, bu İsmail’in işine çok yarardı ama etrafındaki dört beş kişilik kalabalıkta neyin, nesiydi? Aralarındaki mesafe kısalmaya başladıkça avuçlarının, bu soğukta terlemeye başladığını hissetti. Neredeyse tüm vücudu titriyor, yüzündeki tedirginlik resmen belli oluyordu. Elini montunun içine doğru sokarken, omzuna dokunan elle irkilip kaldı, zaman durmuştu, bacaklarının titrediğini fark etti, arkasına döndüğünde Zehra’nın gözleriyle karşılaştı.

Neler oluyor demeye kalmadan, Zehra sarıldı İsmail’e, kulağına, şimdi değil dediğinde, İsmail aslında, ne kadar rahatladığını fark etti. Az önce yaşadığı tedirginliği atıvermişti üzerinden.

Zehra yirmi dokuz yaşında, saçları kumral, boyu İsmail’in boylarında, oldukça çekici bir bayandı. İsmail’i adeta büyüleyen bakışlarıyla istediği gibi çekip çeviriyor, ne isterse yaptırıyordu. İsmail’de bunun farkındaydı, fakat kırk iki yaşına kadar hiç bayan arkadaşı olmamış olan birisi için, piyangodan para kazanan bir adam kadar mutluydu ve aldırmıyordu birçok saçmalığa.

İsmail yaşama beş sıfır yenik başlayan bir insandı, önce ailesi tarafından doğumuyla birlikte bir cami avlusuna terkedilmiş, sonrasında yetiştirme yurtlarında hayatta kalmaya çalışan bir çocukluk dönemi geçirmişti. Yaşı on iki olduğunda sıkılmış, sokaklara atmıştı kendisini, sokakların acımasız koşullarında hayatta kalmayı başarmış, her türlü zor şartlarda yaşamayı öğrenmişti. 

Birçok kez ceza evine girip çıkmışlığı vardı, fakat bunların hiç birisi yüz kızartıcı suçlar değildi. Bulunduğu ortamlarda asla haksızlığa gelemediği için, kendi adalet mekanizmasını harekete geçiren bir yapıya sahipti. Kimlerine göre piskopat, kimilerine göre delikanlı tabir edilen tayfadandı. Hayatı boyunca aç kaldığı günlerde bile, kimsenin ne ekmeğine, ne parasına yan gözle bakmamıştı. Zehra hayatına gireli iki yıl olmuştu, bir gece yarısı üç dört gaspçının elinden kurtardığında tanışmışlardı.

Zehra son derece varlıklı, ihtiraslı ve gözünü hırs bürümüş bir iş kadınıydı, İsmail’e ilk teklifi birlikte çalışmalarıydı ama sonrasında İsmail’den hoşlanmış ve her şeye sahip olmasını bildiği gibi, ona da sahip olmuştu.

Sadece seni denemek istedim dedi Zehra, İsmail o an çıldıracak kadar sinirlenmişti, fakat Zehra her zaman olduğu gibi hiç olmadık bir şey yapıverdi…


Yol ortasında İsmail’i öpmeye başlayan Zehra’nın bu hareketi karşısında, İsmail ne yapacağını bilemedi, bu birkaç saniyelik zaman içerisinde, grup yanlarından geçmişti bile, gruptan bir tanesi, yanındakine gülümseyerek “bak Türkiye’yi nasıl değiştirdik” diye fısıldadı, Zehra’ya, ne yapıyorsun bile diye soramayan İsmail’i, ikinci bir şok bekliyordu. 

Grup kendilerinden beş altı metre kadar ancak uzaklaşmıştı, ortalık cehenneme döndü. Silah sesleri ve mermiler havada uçuşmaya başlamıştı, İsmail Zehra’yla birlikte, attı kendini yere, neler olduğunu anlamaya çalıştı. Silahına davrandığı zaman, Zehra, gerek yok, görev tamamdır, dedi. Ayağa kalktıklarında, boş sokak ortasında altı adet adamın yerde yattıklarını gördüler.

Öldürülen grup içerisinde, İngiliz Ahmet lakaplı, Williams Borken ve beş adamı vardı. Williams Borken İstanbul’da yardımsever iş adamı kimliğiyle ön plana çıkan, gizli bir uyuşturucu pazarlamacısıydı.

Zehra henüz on dört yaşında hayata gözlerini yuman, biricik kardeşi Cemil’in intikamını almak için, yaptırdığı uzun araştırmalar sonucu, Williams Borken ismine ulaşmış ve yaptırdığı okulları birer uyuşturucu deposu olarak kullanan, bu pis İngiliz’i layık olduğu yere, cehenneme yollamıştı. 

Cebinde duran ve araştırmaların dokümanının yer aldığı mektubu, yerde kanlar içinde yatan ve kafasından kurşunlanan Williams Borken’in boynuna sokuşturdu, hak ettiğini buldun pislik, dedi, yanlarında hızla duran panelvan araca bindiler ve olanca hızla uzaklaştılar.

İsmail neler olduğunu anlamıştı, Zehra her zaman olduğu gibi, işini garanti altına almış, köşe başında gördüğü ve şüphelendiği iki adam işi bitirmişlerdi. Zehra’ya baktı, ne kadarda sakindi, bu kadın her işinde olduğu gibi bu işi yaparken de, son derece soğukkanlı bir yapı içerisindeydi. Sen ne yaptığını sanıyorsun, delirmiş olmalısın, diye bağırdı ve aynı anda bir tokat salladı, sanki tokadı yiyen o değilmiş gibi gülümseyen Zehra, artık rahat uyuyacağım, diye mırıldandı.

Ön tarafta direksiyonun başında olan Selim, dikiz aynasından olanları takip ediyordu, bir yandan da gittiği güzergahı tarıyordu, Selim dokuz yıldır Zehra hanımla birlikteydi ve Zehra’nın en has adamıydı. İlk kavşaktan sola döndü ve ormanlık alana doğru olanca hızıyla sürdü aracı, az ileride yer alan patika yoldan çok tehlikeli bir giriş yaptığında, İsmail ve Zehra aracın arkasında savruldular. 

Zehra başını çok kötü çarpmıştı, anlından aşağı kanlar akmaya başladığında İsmail Selim’e bağırdı, lanet olsun, ne yapıyorsun, Selim, acele etmeliyiz, araçtan bir an evvel kurtulmalıyız, dedi. İsmail, Zehra’nın anlından akan kanları cebinden çıkardığı mendille temizlerken, Zehra yok bir şeyim iyiyim, dedi. Birkaç dakika sonra araç durdu ve hızla indiler, lüks otoda yer alan adamlarına, hemen yok edin talimatını veren Selim, çabuk olmalıyız dedi, İsmail ve Zehra’ya.

Patika yoldan ana yola çıktıklarında, iki üç kilometre bile gitmemişlerdi ki yol üzerinde çevirme yapmakta olan polis ekibiyle burun buruna kaldılar…


Selim sinyalini yakıp, çevirmenin olduğu yere yanaştı, biraz önce telaş içerisinde kan ter içinde kalan adamdan hiç eser yoktu, görevli polis, ehliyet ruhsat sorduğu zaman, İsmail derin bir nefes aldı. Ruhsatı inceleyen memur, arka camı aralamış olan Zehra’ya, hanımefendi kusura bakmayın, sabah erken bir saatte cinayet işlendi o yüzden tüm yollarda kontroller var, ben şimdi plakanızı tüm ekiplerimize bildireceğim, sizi durdurmasınlar dedi, Zehra teşekkür ettikten sonra, tekrar yola çıktıklarında hepsinin kalbi neredeyse durmak üzereydi.

Zehra babasından kalan reklam şirketi ve medya grubunun patronuydu ve ülke çapında tanınan bir sima oluşunun avantajını yaşamıştı.

Zehra, şimdi tüm televizyonlar hayırsever iş adamının katledildiğinden bahsedecek, ne güzel değil mi, dedi. Selim, haklısın ama mektubu okuyan polis gerekli incelemeleri yapar sonra da kamuoyuna açıklamada bulunur ve pisliğin ipliği pazara çıkar diyerek, keyifle direksiyonuna sarıldı. 

İsmail hala yaşananların etkisini üzerinden atamamışa benziyordu, tamam, Zehra deli dolu, ne yaptığı belli olmayan bir kadındı ama hiç bu kadarına şahitlik etmemişti. Aklında takılı olan tüm soru işaretlerini aydınlatacak olan Zehra’ya baktı, arkasına öyle bir keyifli yaslanmıştı ki, sanki bu dünyada değil, cennette en güzel yerde oturuyordu.

İsmail’de arkasına yaslanıp derin bir nefes aldı ve gidecekleri yere vardıklarında tüm sorularının yanıtını alacağını düşünerek kapattı gözlerini. Son derece yorucu ve unutulmaz bir sabah yaşamıştı, hayatının nereye gittiğini düşündü…

İsmail gözlerini açtığında İstanbul’dan çıkmak üzere olduklarını fark etti, nereye gidiyoruz dedi, Selim bir süre dışarıda olsak hiç fena olmaz diye düşündüm diyordu ki, Zehra, lütfen artık rahatlar mısın, ne yapılacaksa Selim zaten düşünmüştür, sen ne diye düşünüyorsun, dediğinde, zaten gerilmiş olan İsmail, olanca yüksek bir sesle bağırdı, manyak mısınız siz, kafayı yemiş olmalısınız, altı tane adamı öldürdünüz ve hiçbir şey olmamış gibi davranıyorsunuz, siz nasıl bir vicdan sahibisiniz, arabanın içi İsmail’in sesiyle dolmuş boşalmıştı. Az önce sohbet eden ikili susmuş hiçbir şey söylememişlerdi, anlaşılan İsmail’in bu çıkışı onları ürkütmüştü.

İsmail, çek sağa, çabuk sağa çek diyorum, diye bağırdı…


Selim aracı sağa yanaştırdığında, İsmail silahındaki mermilerden birisini kafasına sıktı. Zehra ne yapacağını şaşırdı, donup kalmıştı, ne yaptığını sanıyorsun diye bağırdı, İsmail hiçbir şey olmamış gibi gidip, direksiyonun üzerine yığılmış olan Selim’i aldı ve arabanın bagajına attı.

Bu İsmail’in, kendini deneme tahtası olarak gören Zehra’ya vermiş olduğu, verilebilecek en sert yanıt olmuştu. 

İsmail direksiyona geçti ve hızlı bir u dönüşüyle, tekrar İstanbul’a doğru sürdü arabayı. Zehra arka koltukta donup kalmış, tek kelime bile konuşamıyordu. İsmail dikiz aynasından baktı arkada oturan Zehra’ya, bundan böyle haberim olmadan tek bir plan bile yapmayacaksın, gözümü kırpmadan, seninde canını alırım diye bağırdı. Zehra hiç beklemiyordu böyle bir hareketi, dudaklarından, evet, kelimesinin dökülüvermesine engel olamadı. 

Holdinge geldiklerinde, her şey normal görünüyordu, çalışanlar görevinin başındaydı, İsmail arka kapıdan giriş yaparken, görevliye, bana Mustafa’yı yollayın, otoparka gelsin dedi. Mustafa, İsmail’in hayatta tek güvendiği ve en zor zamanlarında yanında olan can yoldaşıydı. Bir yıl kadar önce, zor olsa da çalışmaya ikna etmiş ve holdingde adli işlerle ilgilenen görevlilerin yanında takılıyordu. Otoparka girdiklerinde, Zehra bana bak, söylediğimde çok ciddiyim, umarım dikkate alırsın dedi. Zehra başını salladı, bu evet anlamındaydı. 

Zehra asansöre binerek yirmi birinci katın düğmesine bastı, bir an aynada kendisiyle göz göze geldi, o an olduğu yere yığılıp kalacakmış gibi hissetti. Mustafa birkaç dakika sonra otoparka gelmişti, İsmail, bagajda bir emanetin var, yerine ulaştırırsan sevinirim kardeşim dedi. Mustafa neler olduğunu anlamaya çalışırken, bagajı açtı. Gördüğü manzara karşısında şok olmuştu, Selim’in cansız bedeni bagajda öylece duruyordu. Neler oldu İsmail dedi, boş ver dedi İsmail, sen gerekeni yap, derken, asansöre doğru adımladı. 

Mustafa seslendi ardından, anlatmayacak mısın? İsmail, işini halledince televizyon izle istersen, ya da yarın gazeteleri oku dedi.

İsmail Zehra’nın katına çıktı ve doğruca odasına yöneldi, sekreter, İsmail bey arayanlar var, ne yapmamı istersiniz, bir de, diyordu ki, İsmail, sekretere dönüp öyle bir bakış fırlattı ki sekreter ne yapacağını şaşırmış bir şekilde, anladım efendim diyebildi.

İsmail odasına girdiğinde kendisini bir sürpriz bekliyordu…



Tüm İstanbul’u kuş bakışı gören odasında, cam kenarından dışarıyı izleyen ve arkası dönük duran kişi, Abdullah’tı, İsmail’in cezaevinden arkadaşı ve tam anlamıyla delinin birisiydi. Sarıldılar, kardeşim nerelerdesin, en son aradığımda ulaşamadım dedi İsmail, tabi ki ulaşamazsın, telefon kullanmıyorum dedi Abdullah, kahkaha atarak. 

Bu, Abdullah için pek normal bir durum değildi, her zaman gülmeyen bir adamın bu keyifli hali, İsmail’i mutlu etti. Sana bir şey diyeceğim dedi İsmail, sen Hızırsın kardeşim, yemin ederim Hızırsın, Abdullah tebessüm etti, biz kim Hızırlık kim, hayırdır ne oldu, İsmail, anlatırım, gel şimdi güzel bir yemek yiyelim ne dersin dedi. 

Çıktılar birlikte ofisten ve asansöre yöneldiler, Abdullah, kardeş sarmadı burası beni dedi, İsmail, neden be kardeşim, neyini sevmedin, hep hayal etmez miydin, bol paramız olsa eğlensek, gezsek, yesek, içsek diye, Abdullah sözünü kesti İsmail’in, evet ama bu kadarı çok fazla değil mi be ortak? Değil dedi İsmail, arkadaşına sarılarak, daha fazlasını da hak ediyoruz, göreceksin, kral olacağız…

En üst kata çıktılar, harikulade bir manzara vardı karşılarında. Abdullah büyülenmişti, ortak rüya gibi dedi, evet rüya gibi fakat hepsi gerçek, tadını çıkar, ne kadar yaşayacağımız belli mi, dedi İsmail. Sende haklısın be ortak diye gülümsedi Abdullah, yemekleri geldiğinde Abdullah’ın suratı ekşidi, vay be, bir zamanlar kuru ekmek yerdik, hatırlıyor musun? Unutmak mümkün mü kardeşim diye devam etti İsmail, unut artık zor günleri, bundan böyle savaşımız sokak çeteleriyle değil, gerçek mafyalarla ve kara paracılarla. Ortak, bu bir iş teklifi mi, dedi Abdullah, hayır bu bir emir dedi İsmail gülerek, kadehlerini tokuşturdular…

Yemeğin ortalarına doğru telefonu çaldı İsmail’in, telefondaki ses Mustafa’ya aitti. İşlem tamam kardeşim, dönüyorum, çabuk gel, sana bir sürprizim var dedi İsmail gülerek, ne o pek bir keyiflisin diyen Mustafa’ya, sen gel hemen, benden daha keyifli olacağından eminim dedi, oldukça meraklanan Mustafa, henüz İsmail’in sözü bitmeden kapattı telefonu, güldü İsmail, bu çocuk hiç değişmeyecek. Eski hatırları anlatmaya başladı iki kafadar, bazen hüzünlendiler, bazen keyiflendiler.

Aradan yaklaşık on beş dakika kadar geçmişti ki, telefonu çalan İsmail, cevapladığında, nasıl yani, bu bir şaka mı, siz kimsiniz, dedi…



Arayan polis, araçta tek sağlam kalan cihazdan, son aranan numarayı arayarak İsmail’e ulaşmıştı ve verdiği haber dünyada duymak isteyeceği en son haberdi İsmail’in, Mustafa bir kamyona arkadan vurmuş ve araçla birlikte yok olmuştu. İsmail inanamıyordu, öylece kalakaldı, Abdullah ne oldu diye sorduğunda, Mustafa, ölmüş diyebildi. Ne olmuş, nasıl olmuş sorularına yanıt vermeden koşarak çıktı yemek salonundan, ardından da Abdullah koşturdu. Arabaya bindiklerinde, ortak ne olmuş söylesene, Mustafa bir kamyonla kaza yapmış, sanırım ölmüş dedi İsmail. Olay yerine vardıklarında durum içler acısıydı, Mustafa’nın kullandığı araç kamyonun arkasına yapışmış ve bir bütün haline gelmişti. Biz ona sürpriz hazırlarken o bize sürpriz yaptı, görüyor musun kardeş dedi İsmail.

Aradan üç gün geçmişti, Zehra kahvaltı yaparken, aşağıya indi İsmail, sarıldı Zehra, çok üzüldüm, gerçekten çok üzüldüm, başın sağ olsun dedi. Bu yaşanan olaylardan sonraki ilk görüşmeleriydi İsmail ve Zehra’nın, İsmail hiçbir şey olmamışçasına, kızarmış ekmeklerden birisini aldı ve üzerine biraz yağ sürerek bir parça ısırdı, dostlar sağ olsun dedi. 

Zehra böyle durumlarda çok konuşmaması gerektiğini biliyordu, bugün Amerika’ya gitmem gerekiyor, bir hafta yokum, istersen sende gel, hem kafamız dağılsın biraz, çok ağır şeyler yaşadık dedi. İsmail, sen git, benim yapılacak işlerim var diyerek ayağa kalktı, Zehra’nın anlına minik bir öpücük kondurdu ve dikkat et kendine diyerek, bahçeye çıktı. Sigarasından derin bir nefes aldı, beklide hayatta tüm sevdiklerimi kaybetmek kaderim diye düşündü. 

Buse takıldı gözüne, ne kadar da keyifliydi salıncakta sallanırken, çocukluğu aklına geldi, odanın bir kenarında pusardı akşama kadar, salıncaklar, oyuncaklar, hiç olmamıştı hayatında. Buse evde çalışan hizmetlilerden birisinin altı yaşındaki çocuğuydu ve İsmail ilk gördüğü gün himayesine almış, kendi çocuğu gibi ilgileniyordu. Zaten Buse de İsmail’e sıkı sıkıya bağlıydı, sanki canından bir parça gibiydi. İsmail’i görünce, atladı salıncaktan aşağı, koşarak geldi, sarıldı İsmail, kucaklaştılar, bir sürü soru yağmuruna tuttu İsmail’i, her sorduğuna cevap vermeye çalıştı ama bir soru yüreğine hançer gibi saplandı.

Mustafa amcam nerede sorusu, İsmail’i derinden yaralamıştı. Yurtdışına gittiğini, uzunca bir süre gelemeyeceği yalanını söyledi İsmail, Mustafa ve Buse sürekli alışverişe ve gezmeye giderlerdi, ben şimdi gezmeye gidemeyecek miyim, diyen Buse’ye, ben varım, üstelik Abdullah amcan var dedi İsmail. Buse, Abdullah’ı sordu, İsmail anlattı arkadaşını, onu çok seveceğinden bahsetti. 

Dışarı çıktığında vakit öğleyi gösteriyordu, aklına Abdullah geldi, sabah erkenden kaldığı otelden alacağını söylemişti, kızmıştır şimdi diye söylendi kendi kendine, sonra da yol üzerindeki telefon bayisine uğrayarak, bir telefon ve hat aldı, otelin önüne geldiğinde, güneşin altında beklemekte olan Abdullah’ı gördü, kornaya bastı, Abdullah hızlı adımlarla geldi aracın yanına. 

Bana bak ortak, bir daha bu kadar beklemem haberin olsun dedi, biliyorum, ama bir sor bakalım neden geciktim diye gülümsedi İsmail. Cep telefonunu uzattı Abdullah’a, ortak kullanmak istemiyorum, biliyorsun, al haydi, geciktiğim ve unuttuğum zamanlarda ararsın dedi İsmail.

Holdinge geldiklerinde İsmail sekretere, kahve göndermesini söyledi. Abdullah ve İsmail saatlerce konuştular, konuştukları şeyler, gerçekten de çok büyük işlerdi, öncelikle kendilerine yeni bir iş yeri ayarlamaları gerektiğiydi, çünkü burada, bahsi geçen işleri yürütmek hem riskli, hem de olmayacak bir şeydi. Ofis telefonu çaldı, İsmail telefona baktığında rengi değişti, Abdullah yine kötü bir şey olduğunu anladı, İsmail tamam gönderin, görüşelim dedi…



İçeriye giren İstanbul Emniyet Müdürlüğü Cinayet masası dedektiflerinden Burak Hakkı komiserdi. İsmail güler yüzle ve oldukça soğukkanlı bir şekilde karşıladı komiseri, Burak komiser içeriyi şöyle bir süzdü, İsmail gerçekten çok güzelmiş burası dedi. Komiser ve İsmail’in bu ilk karşılaşmaları değildi, fakat holdinge ilk kez gelmişti komiser Burak, İsmail’i sokak günlerinden ve karıştığı olaylardan çok iyi tanıyordu. Son dönemlerde bu kadar palazlanmış oluşu, onu çok şaşırtmıştı, aynı dakikalar içerisinde, içeriye hızla giren Zehra bir an duraksadı, sonra doğruca İsmail’in yanına gidip, canım ben çıkıyorum, var mı bir isteğin dediğinde, komiser durumu anlamakta güçlük çekmedi. İsmail, bak komiser Burak, uzun zamandır arkadaşız, komiserim, eşim Zehra hanım, tanıştırayım diyerek, kısa bir tanışma merasimi düzenledi. 

Zehra müsaade isteyerek ayrıldı odadan, fakat kafası karman çorman olmuş, oldukça ürpermişti.

Komiser, evlendiğinden haberim yoktu, mutluluklar dilerim dedi, İsmail, komiserim bilirsiniz, aslında evli değiliz henüz, birlikte yaşıyoruz diyelim diye gülümsedi, anlıyorum dedi komiser, bu arada arkadaşı bir yerlerden gözüm ısırıyor ama çıkartamadım diye, Abdullah’a döndü. Abdullah, hiç sanmıyorum komiser bey, daha önce karşılaşmadık deyince, İsmail araya girdi, Abdullah’la cezaevinden tanışıyoruz, kısmetse ortak bir ticaret yapacağız dedi. Komiser Burak, nasıl bir ticaret bu diye sordu, Abdullah girdi bu sefer araya, oto alım satımı, galeri gibi bir şey ama lüks oto alım satımı dedi. 

Komiser Burak, İsmail ben aslında baş sağlığına gelmiştim, konu dağıldı, Mustafa’yı duydum üzüldüm dedi, dostlar sağ olsun komiserim dedi İsmail. Burak komiser daha önce dosyası önüne gelen tüm suçluları yakından takip eden, vakti oldukça onlarla görüşen ve toplumda dengeyi sağlamaya çalışan, sorumluluk sahibi bir emniyet mensubuydu, bu özelliği sayesinde, birçok suçluyu topluma kazandırmayı bilmişti.

Kahvesinden son yudumu alan komiser Burak, arkadaşlar, uğrayacağım birkaç yer daha var malum işlerimiz yoğun, Abdullah tanıştığımıza memnun oldum diye elini uzattı, Abdullah isteksiz bir şekilde bu yaklaşıma karşılık verdi. İsmail unutma, gözüm üzerinizde olacak, illegal işlerden uzak durun, ne kendinizi üzün, ne de beni diyerek tokalaştı ve kapıya yöneldi, İsmail, komisere asansöre kadar eşlik ederken, bizim illegalle işimiz kalmadı artık, görüyorsun her şey yolunda ve bu şekilde yaşamaya kararlıyız dedi. Komiser, umarım dedi, asansöre binerken.

İsmail burnundan derin bir nefes aldı arkasını dönerken. Odaya geldiğinde Abdullah sigarasını yakmış cam kenarından İstanbul’u seyrediyordu, ne o kardeş çok sevdiysen buradan devam edelim işlere, yok ortak bize daha karanlık bir oda lazım, burası beni açmaz, can sıkıntısı işte diyerek İsmail’in yanına doğru geldi, kulağına eğildi ve …


Bu adamı hiç sevmedim, ayağımıza dolaşacak, icabına bakmak lazım dedi. İsmail, çok kızmıştı bu söze, dudaklarını ısırdı, kardeş, devlete kurşun sıkmak bize yakışır mı, bunu duymamış olayım, biz terörist değiliz, sadece ölmesi gerekenler ve bunu hak edenler ölecek ama bu ölenler içinde, bilerek ve isteyerek tek devlet görevlisine bile sıkmayacağız dedi. 

Abdullah, gemileri yaktığımızı düşünmüştüm, olsun dedi İsmail, bu ülke bizim, bu devlet ve polislerde bizim, konu kapanmıştır kardeş, bir daha açılmasını da istemiyorum diyerek, elini Abdullah’ın omzuna attı, biz ne olduğumuzu ve ne için çarpışacağımızı asla unutmayacağız değil mi, dedi. Abdullah derin bir nefes aldı ve peki, haklısın, dedi.

Öğle saatlerinde bu gerginlikler yaşanırken, İstanbul Emniyet Müdürlüğü boş durmuyor Williams Borken’in sahibi veya ortağı olduğu özel kolejler ve dershaneler didik didik aranıyor ve inceleniyordu. 
Haydi, kalk gidelim, aklıma bir şey geldi dedi İsmail, kalktılar birlikte, Abdullah sormamıştı nereye gidiyoruz diye, biliyordu, İsmail aklına bir şey geldi mi, hemen yapmak ister ve sorulan soruları hiç sevmezdi.

Kısa bir yolculuk sonrası çok güzel bir yerde bulunan oto plazanın önünde durdular. Abdullah’ın boş bakışlarını gören İsmail, yok burası değil, sadece biraz bilgi alalım, Halit sevdiğim bir arkadaşım ve iş hakkında bize bilgi verir dedi.

Halit, İsmail’in araba aldığı ve kısa sürede çok samimiyet kurduğu bir arkadaşıydı. Yaklaşık iki saat kadar kaldılar Halit’in yanında, akıllarına gelen her soruyu sorup, yeterli derecede cevapları aldılar. Dışarı çıktıklarında, nasıl, yapabilecek miyiz, dedi Abdullah, arabanın kontağını çevirmekte olan İsmail, kardeş, işe iyi kaptırdın kendini diye gülümsedi, valla kaptırdım ortak diye güldü Abdullah. 

Şimdi, bize uygun bir yer bulalım ve gerekli işleri başlatalım dedi İsmail. Telefonunu aldı eline ve holdingden Mesut’u aradı, o bu işleri en iyi şekilde organize edecek olan kişiydi, ne istediğini, neler yapılması gerektiğini kısaca anlattı. Mesut, bu işleri on beş gün içinde halledebiliriz efendim dediğinde, İsmail, bir hafta dedi, anladım efendim demek zorunda kalan Mesut, şaşkın bir şekilde personelini toplantıya çağırdı.

Öğle saatlerinde, İstanbul’un en güzel yerlerinden birisi olan Bağdat caddesi üzerinde, beş katlı bir yer buldular ve telefonla arayarak sahibiyle görüştüler. Uçuk bir rakam isteyen yer sahibine, istediği miktarı yazdı verdi İsmail, hayırlı olsun dedi. Adam çok şaşırmıştı, böyle yağlı bir müşteriyi bulduğu içinde çok keyifliydi. İsmail ve Abdullah kısa zaman içerisinde önemli olan yer konusunu çözmüşler, işi başlatmışlardı.

Mesut’u tekrar arayan İsmail adresi verdi ve gerekenlerin hemen yapılmasını söyledi. İkindi ezanı okunurken tekrar holdinge gelen İsmail ve Abdullah oldukça yorulmuşlardı. Yemek salonunda yemeklerini yediler ve ofise indiler.

Ofiste uzun zamandır açılmayan televizyonun kumandasını eline alan Abdullah, haber kanallarından birisini açtı. Ortalık Williams Borken haberlerinden geçilmiyordu, Abdullah helal olsun, temiz iş çıkardı kim yaptıysa dediğinde, evet, gerçektende temiz iş çıkardılar, bundan sonrası çorap söküğü gibi gelir artık dedi. Anlaşılan, bu konu hakkında hiçbir açıklama yapmayacaktı Abdullah’a, bu ona olan güvensizliğinden değil, sadece anlatmak istemeyişindendi.

Aklına Zehra geldi, arayıp bir kaç dakika görüştüler, Zehra, komiser hakkında birkaç soru sordu, İsmail endişe etmemesi gerektiğini ve rahat olması gerektiğini iletti. Telefonlarının dinlendiğinden ikisinin de haberi yoktu…


Telefonu kapattığında, Abdullah, ya ortak bir şey diyeceğim, geçen aylarda gündemi uzun süre meşgul eden, telefon dinleme olaylarını hatırlıyor musun, bizde dikkat etsek iyi olur, böcek möcek, diye gülmeye başladı. Gülmesen iyi olur, doğru söylüyorsun, bundan böyle aldığımız nefese bile dikkat etmeliyiz, her şeyi mahvedebiliriz, yolun başında çuvallamak çok aptalca olurdu, dikkat etmekte fayda var dedi İsmail.

Akşam saatlerinde hava kararmak üzereyken, çıktı iki kafadar holdingden, eve doğru yol alırlarken durdukları kırmızı ışıkta karşılaştıkları çocukları görünce, Abdullah cüzdanından bir tomar para çıkartıp verdi. Sevinçten çılgına dönen çocuklar koştururken, bağırdı arkalarından, hepsini kaptırmayın reisinize, en az İsmail kadar biliyordu sokaklarda yer alan kanun ve kuralları, kendisi de Anadolu’dan İstanbul’a kaçtığında, birkaç yıl yaşamıştı sokaklarda. Bu yaşantısı ona ömrünün sonuna kadar unutamayacağı tecrübeler kazandırmıştı. İkisi de aynı anda dalıp gitmişti yine geçmişe, arkadaki araçların korna sesleriyle kendine geldi İsmail, aynadan arkadaki araca bakarak, çatlama gidiyoruz diye seslendi.

Tam hareket etmek üzereyken, arka araçtan dışarıya çıkan üç kişiden birisi gelip, arabaya tekme vurdu. Bela geliyorum demez ortak diyen Abdullah, kaşla göz arasında arabadan inip, silahın namlusunu çocuğun ağzına sokmuştu bile, İsmail zor yetişti, kardeş tamam sorun yok, sakin ol dediğinde, genç çocuk yersiz kahramanlığının bedelini çok ağır ödemek üzereydi. Neye uğradığını şaşıran gençleri iteleyerek araçlarına yolladı İsmail.

Bir süre sonra eve gittiklerinde, az önce terör estiren Abdullah’tan eser kalmamıştı, gayet sakin ve keyifli bir görüntü içindeydi. Koşarak kapıda karşılayan Buse’ye baktı önce, sonra, çok güzelsiniz küçük hanım dedi gülümseyerek. Buse zaten son derece cana yakın bir çocuktu, sanki kırk yıldır tanışıyorlarmış gibi, samimiyet kuruverdiler kısa zaman içinde. 

Akşam yemeğinden sonra Abdullah at olmuş, Buse de prenses olarak İsmail’in önünde eğleniyorlardı. İsmail takıldı Abdullah’a, bana bak kızımı ayartmaya çalışma, Abdullah çocuklar gibi şen şakrak bir halde, sen unut onu artık, o benim kızım oldu dedi. Buse paylaşılamamaktan hiç şikayetçi değildi. Yaklaşık bir saat kadar eğlendiler, Buse öyle yorulmuştu ki, Abdullah’ın kucağında uyuyup kalmıştı. Yukarıya çıkarıp yatağına yatırdılar, ortak be, çok iyi yapmışsın dedi, İsmail neyi dedi, Buse’yi diyorum, ha evet, o benim hayatımdaki en anlamlı varlık dedi İsmail. Aşağıya indiler, bilardo masasının yanına geldiklerinde, oynar mıyız, dedi Abdullah, kocaman bir kahkaha patlattı İsmail, iyi de kardeş, sen bilmiyorsun ki, bu lafa çok bozulmuştu Abdullah, gel yenmezsem seni namerdim dedi.

Yarım saatlik bilardo maçını Abdullah kazanınca, İsmail takıldı, valla baya bir ilerleme var yani, ciddi oynasam yenemezdin ya, dedi. Bir kerede yenildiğini ve benim iyi olduğumu kabul et be ortak dedi Abdullah, gülüştüler…

Vakit gece yarısını gösteriyordu yatmak için odalarına çıktılar, birlikte çok güzel bir gece yaşamışlardı. İsmail silah seslerini duyduğunda saat sıfır üç sıralarıydı, fırladı yatağından, cam kenarından bahçeye baktı, bir sürü adam sağa sola koşuşturma içerisindeydi, bahçede can pazarı kurulmuştu. 

Koridora koştu, Abdullah da koridordaydı, İsmail sol tarafı işaret etti, Buse’nin odasını, kendisi sağ tarafa yöneldi. Abdullah Buse’yi kucağına aldığında minik çocuk neler olduğunu anlayamamış, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Sus bebeğim, geçecek dedi Abdullah, İsmail’le göz göze geldiler, takip etmesini isteyen işareti aldığında, onun peşinden kucağında Buseyle birlikte ilerlemeye başladı. Alt katta çarpışmalar olduğu belliydi, Mazlum diye bağırdı İsmail, ses gelmedi, Mazlum koruma şefiydi Zehra’nın, birlikte arka merdivenden mutfak tarafına indiler, Buse hala ağlıyordu, İsmail yanağına dokundu, şimdi sessiz olmalıyız bir tanem, sessiz olursan sana bir çok oyuncak alacağım dedi, küçük kız başını salladı, Abdullah İsmail diye bağırdığında attı kendini yere İsmail ve iki el silah sesi duyuldu, birisi Abdullah’ın silahından çıkan kurşundu, diğeri karşı taraftan gelmişti, Abdullah omzunda bir sıcaklık hissetti.
İsmail iyi misin ortak dediğinde hiçbir şey olmamış gibi, evet dedi. Birlikte mutfaktan içeriye girdiklerinde, yerlerde yatan gencecik bedenlerle karşılaştılar. Kilerin kapısını açtı İsmail, çabuk girin içeriye dedi Abdullah’a, içeri girdiklerinde kapıyı kapatıp, kilitledi üzerlerinden. Abdullah tekmeledi içeriden kapıyı, ortak, ortak diye bağırdı ama nafile, İsmail çoktan gitmişti bile.

İsmail mutfaktan arka bahçeye çıktı, karşısına çıkan kim varsa devirdi yere, birisiyle karşılaştığında hiç beklemediği bir sürpriz onu bekliyordu…


Silahındaki merminin bittiğini, tetiğine bastığında anladı, karşısındaki adam, silahını İsmail’e doğrulttuğunda, bir el silah sesi duyuldu. Sol taraftan gelen silah sesiyle beraber, adam olduğu yere yığıldı, anlının ortasından yemişti kurşunu, Mazlum canını kurtarmıştı, beyim yaşlanıyor musunuz, İsmail, dalga geçme Mazlum, çocuklar nerede deyince, üç kişi kaldık beyim, gerisi telef oldu dedi. 

Tüm bahçeyi taradılar, sağ kalan birkaç kişi kaçmayı başarmıştı, Mazlum kovalamak istese de, buna izin vermedi İsmail. Git hemen kilerden, Abdullah’ı ve Buse’yi çıkar dedi, Mazlum giderken, bir dakika, anahtarlar diyerek, Mazlum’a anahtarları fırlattı. Kilerin önüne vardığında herhangi bir terslik olmasın diye seslendi Mazlum, Abdullah bey benim, Mazlum, dedi. Abdullah omzundan yaralanmış ve oldukça kan kaybetmişti, rengi sararmış halde çıktılar küçük kızla kilerden dışarıya. 

Bahçeye çıktıklarında gördükleri manzaranın dehşetliği her halinden ortadaydı, İsmail, acele edelim Abdullah, hemen tedavi olmalısın dedi, önemli değil ortak dese de, Abdullah’ın durumu hiç iyi değildi. İsmail, Abdullah ve Buseyi aldı arabaya, Mazlum’a, biz evde değildik, aynen böyle de polislere dedi ve son sürat ayrıldı evden. Yolda doktor Murat’ı aradı, durumu anlattı kısaca, Murat hemen hastaneye geçeceğini söyledi. Hastaneye vardıklarında Murat acil servis kapısında hazırdı, hemen sedyeye aldılar Abdullah’ı, hastanenin özel katına çıkardılar. Murat, İsmail’i rahatlatmak için, bir şeyi yok İsmail bey, endişelenmeyin, kısa bir operasyonla halledeceğiz dedi.

İsmail hastane koridorunda beklerken, Buse’ye sımsıkı sarıldı, belki de kendinden çok onu düşünmüştü bu gece, Abdullah ve Mazlum hayatını kurtarmışlardı, umarım atlatırsın ortak dedi mırıldanarak. 

Doktor Murat, yaklaşık kırk beş dakika sonra göründü kapıda, dediğim gibi, atlattık İsmail bey, rahat olun, üstelik ufaklığı da buradan götürsek çok iyi olur, belli ki kötü bir gece yaşamış dedi. Haklısın Murat dedi İsmail, ben Buseyi emin bir yere bırakıp geleyim, bir ihtiyacın olursa veya ters bir durum, beni hemen haberdar et, biliyorum İsmail bey dedi doktor Murat.

Murat, Zehra’nın babası tarafından okutulan ve okul yıllarında her türlü ihtiyacı, yine aynı kişi tarafından karşılanan birisiydi ve aileye karşı minnet borcunu, elde ettiği mesleğini kullanarak ödüyordu. Oldukça yüksek bir maaşla çalıştığı bu özel hastane de, rahmetli Yusuf Cihangiroğlu’na aitti, Yusuf bey geçirdiği kalp krizi sonucu, son nefesini onun kollarında vermişti. 

İsmail, Buse’yi yanına alarak, doğruca Nuri hocanın evine gitti. Nuri hoca sokaklarda yaşadığı dönemlerden bu yana tanıdığı, her canı sıkıldığında kapısını çaldığı dostuydu. Nuri hoca eski bir öğretmendi, emekli olduktan sonra, Beyoğlu’nun arka sokaklarında bir yerde, el sanatları dükkanı açmıştı. 

İsmail henüz yirmili yaşlardaydı onunla tanıştığında, onun o yumuşak ama her söylediği kayda geçirilmesi gereken sözleri, İsmail’i büyülemiş, beklide zamanında sadece bir sokak serserisi olarak kalmaktan, onun sayesinde kurtulmuştu. Hayatında hiç babası ve ailesi olmayan İsmail, Nuri hocaya, Nuri baba diye hitap ediyor öz babası kadar çok seviyordu. Pek sık uğramamasının ve görüşmemesinin nedeni, kendisi yüzünden ona gelebilecek zararlar yüzündendi. 

Araba Arnavut kaldırımlı, çıkmaz sokağa girdiğinde, saat sabahın beşiydi, kahverengi renkli, eski kapılı bu ahşap bina, Nuri hocanın babasından kalmaydı, tam anlamıyla eski bir çınar gibiydi. Nuri hoca evine, çevresine, sokağına, insanlara son derece duyarlı ve tüm tanıyanlar tarafından saygı duyulan bir insandı. Kapının sol yanında duran zile bastı İsmail, birkaç dakika sonra girişin ışığı yandı, kim o, diyen Nuri hocaya, benim baba, İsmail, dedi. 

Kapıyı açtı Nuri hoca, hayırdır evladım bu saatte, bu ne hal evlat, neler oluyor dedi. Geçin içeri, geçin geçin, yok Nuri baba, Buse sana ve Aysel teyzeme emanet, hemen gitmem gerek, tamam evladım gidersin, bir nefeslen diyen Nuri hocaya, baba gitmem gerek, gelirim inşallah dedi İsmail. 

Buse’ye sıkıca sarıldı, bak Nuri babayı ve Aysel teyzeyi üzme sakın dedi, yanaklarından öptü, hoşça kal baba, görüşürüz diyerek hızlıca bindiği arabaya, geriye doğru yine hızlıca sürdü. Mazlum’u aradı yolda, olaydan hiç haberi yokmuşçasına açıklamalar yapan Mazlum’un yanında birilerinin olduğunu anladı.

Hastaneye yaklaştığında, girişteki ekip arabasını fark etti…



Hastanenin önünden geçti ve ileriden ara sokağa girdi, abrasını park etti, bir müddet arabanın içinde kendisini dinledi. Son günlerde hayatında olup bitenlere anlamlar yüklemeye çalıştı, her şey Zehra’nın ateşlediği fitilden sonra gelişmişti. Oysa Zehra hayatına girmeden bir zaman önce, çekmişti elini ayağını bu tür bir yaşamdan, kader mi, diye düşünmeden edemedi. 

O kaçtıkça ve uzaklaşmaya çalıştıkça hayatı hep bu yönde ilerliyordu. Kimdi, gece gelip bu terörü estirenler, sokaklardan bir düşman olmasına imkan yoktu. Böylesine organize bir baskını, sokakta yer alan düşmanlarının yapmasına imkan yoktu. Sonra, bu işi yapanların çok profesyonel oldukları her hallerinden belliydi.

Kıyafetleri, silah ve teçhizatları, bu bir kabus olmalı diye düşünmeden edemedi. Koltuğunu biraz daha arkaya doğru yatırdı, gözlerini kapadı. Hayatı bir film şeridi gibi geçmeye başladı gözünün önünden. Çocukluk yıllarından bu yana yaşadıkları, filmlere senaryo olacak kadar renkli, tehlikeli ve karmaşıktı. Bir tek askerde rahat yüzü gördüğünü hatırladı, en azından milleti, devleti için bir şeyler yapmış olmanın keyfine varmıştı. Komutanları aklına geldi, Kenan binbaşı, askerde kalabilmesi için çok çaba sarf etmişti. Keşke kalsaydım, diye düşündü, şimdi tüm bunları yaşamıyor olacaktı beklide.

Askerliğini Özel Birlikler çatısı altında, istihbarat subaylarıyla yapmıştı, on sekiz aylık süreç içerisinde çok şey yaşamıştı. Ölümden korkmamayı askerde öğrenmişti aslında, derin bir nefes aldı, Abdullah’ı mutlaka görmeliydi. Arabadan indi, bu kıyafetlerle olmaz diye düşündü, birkaç sokak ötede bir butikten, üzerine rahat kıyafetler aldı, aynı cadde üzerindeki bir kuaföre girerek, biraz da olsa imajını değiştirmeye çalıştı, güneş gözlüklerini de takınca, oldukça değiştiğini gördü.

İlk yapması gereken Abdullah’ı görmekti, doğruca hastaneye gitti, oraya vardığında polis otosu, çoktan gitmişti. İçeriye girip en üst kata çıktı, burası özel bir kattı, herkes buraya çıkamıyordu, güvenliğin ilk bakışta kendisini tanıyamamış olmasını, çok iyi olarak yorumladı kafasında. Koridorun sonunda doktor Murat’ın odasına gitti, Murat koltukta uyuklamakla meşguldü, hiç rahatsız etmeyeyim diye düşündü. Yoğun bakım odasına doğru adımladı, Abdullah odada yoktu. Görevli hemşireye sordu Abdullah’ı, sağdan üçüncü oda olduğunu öğrenince, oraya gitti. 

Kapıyı açtığında Abdullah’ın televizyon seyrettiğini görünce rahatladı. Bu ne hal, az kalsın tanıyamıyordum, ortak nerelerdesin sen Allah aşkına, arayamadım da, sağ olsun Murat bey verdi haberleri dedi. Sarıldı Abdullah’a, yapma böyle şakalar kardeş dedi, korkma ortak, ben kötü adamım, kolay kolay can veremem diye gülümsedi Abdullah. 

Gece olanları konuştular, bu işi kimin yapabileceğini düşündüler ama bir yanıt bulamadılar. Keşke bir tanesini canlı yakalayabilseydik dedi Abdullah, boş ver kardeşim, düşman boş durmaz, nasıl olsa yine çıkarlar karşımıza, o zaman öğreniriz dedi İsmail. 

Hasta bakıcı girdi içeriye, olmaz ama Abdullah bey, siz ayağa kalkmışsınız, lütfen hemen yatağa dedi, Abdullah, iyiyim ben, iyiyim dedi. İsmail hasta bakıcıya bir çay daha getirmesini söylerken, telefonu çalmaya başladı, tanımadığı bir numaraydı, telefonu açtığında aksanı çok da düzgün olmayan birisi, İsmail bey, dün gece olmadı ama bir daha ki sefer mutlaka olacak dedi ve kapattı.

Demedim mi kardeş, bak hemen çıktılar bile ortalığa dedi. İsmail, anlamıştı düşmanın kim olduğunu, kısaca yaşananları anlattı, desene ortak çok sert kayaya çarptık dedi Abdullah. Evet, ama bilmiyorlar, bir Türk dünyaya bedeldir dedi dişlerini sıkarak, Abdullah, bir değil, iki diye ekledi, haklısın dedi İsmail. Acilen profesyonel bir kadro kurmaları gerektiğini ikisi de çok iyi biliyordu artık, düşman bir sokak çetesi değil, organize ve uluslar arası bir ekipti. 

Odanın kapısı açıldı, içeriye giren…



Zehra hanım ve Mazlum’du, İsmail diye sarıldı, yok bir şey geçti artık, sen neden geldin, keşke kalsaydın biraz daha dedi Zehra’ya, nasıl kalabilirdim dedi Zehra. Abdullah’a baktı, geçmiş olsun dedi, sağ ol bacım, ucuz atlattık verilmiş sadakamız varmış dedi. Yaklaşık yarım saat kaldı Zehra odada, İsmail yaşananları anlattı, Mazlum anlattı, Abdullah bazen aralara girdi, bazen evet anlamında kafasını salladı, Abdullah’la konuştuklarını Zehra ve Mazlum’a da söyledi İsmail, yapılacaklar konusunda hemfikir olduktan sonra, Zehra ve Mazlum önce eve uğrayacaklarını, sonrada emniyete ifade vereceklerini söyleyerek ayrıldılar. 
İsmail bende çıkayım dediğinde, aradan bir saat kadar geçmişti, Abdullah bende geleyim ortak diye diretse de, kabul etmedi, sen şimdi dinlen ve ne kısa zamanda iyileş, akşama yine geleceğim, bu arada şu işleri halledeyim, malum su uyur, düşman uyumaz, dedi. Belinden çıkardığı tabancayı Abdullah’ın yastığının altına sokuşturdu, bir gözün açık uyu kardeşim dedi ve ayrıldı odadan. Giderken hastane korumalarına, dikkat edin, burada sizden habersiz sinek bile uçmayacak dedi. Bu uyarıları, aşağı katta yer alan koruma görevlilerine de iletti.

Hastane bahçesinden çıkarken, İsmail ağabey, diyen bir ses işitti, ses hiç yabancı gelmemişti, arkasına döndü. Turgut dedi İsmail, sarıldılar, ağabey nerelerdesin, dün gece olanları duydum, bana ihtiyacın olacağını düşünüp sana ulaşmaya çalıştım, gazete ve haberlerden evin yerini öğrendim, meşhur oldun ağabey dedi. Çok ihtiyacımız vardı ya diye mırıldandı İsmail. Peki, burada olduğumu nereden öğrendin Turgut diye sordu, ağabey biliyorsun, benim de kendi çapımda istihbarat teşkilatım var diye gülümsedi. 

Mazlum diye bir arkadaşla tanıştım eve gittiğimde, önce söylemek istemedi ama birlikte olan resmimiz var, onu gösterince ikna oldu ve bu adresi verdi diye ekledi. Bu arada çalan telefonda arayan Mazlum’du, biliyorum, şu an yanımda zaten dedi İsmail, ne çabuk varmış diye şaşırdı Mazlum. 

Turgut, İsmail’in sokak zamanlarında yanından ayrılmayan ve kendisini çok seven bir delikanlıydı. Uzun zaman önce irtibatları kopmuş ve ulaşamamıştı kendisine. Çok hayırsızsın Turgut, nerelerdeydin bunca zaman dedi, ağabey hayırsız olsam burada olur muydum, bak nasıl koştum geldim diye sarıldı İsmail’e tekrar, gel haydi, anlatırsın neler yaptın, neler ettin, şimdi iş zamanı dedi İsmail.

Arabanın sokağına girdiklerinde, yanlış yere park etmiş olmalarından dolayı, arabanın yukarı kaldırıldığını gören İsmail, koştu ve işlemi durdurdu. Turgut bırakmadın ki ağabey, alaydım şunların dalaklarını dedi, İsmail, dur bakalım öyle hemen kurtulmak yok, daha toplayacak çok dalak var İstanbul’da dedi. Yol boyunca anlattı Turgut, İsmail bazen şaşırdı, bazen üzüldü duydukları yüzünden, Turgut’a eskilerden kimlerle irtibat halinde olduğunu sorduğunda duyduğu haberlere çok sevindi, tanıdıklarından birçoğu hayattaydı. 

İkindi saatlerine kadar, ulaşabildiklerine ulaştılar, ulaşamadıklarına haber bıraktılar, anlaşılan bu gece oldukça hareketli geçecekti…

Devam edecek…





Akşam ezanı okunurken İsmail ve Turgut tekrar hastaneye uğradılar, Abdullah’ın vermiş olduğu isimlerden yalnızca birine ulaşabilmişlerdi, Abdullah’a, bu Yusuf nasıl birisidir, sağlam mıdır, dedi. Abdullah, o nasıl söz ortak, ver eline silahı, yolla on kişinin içine öleceğini bilse, verdiği sözler yüzünden ölüme gözünü kırpmadan gider dedi. 

Yusuf, Abdullah’ın canını defalarca kurtarmıştı Artvin ceza evinde, ilk karşılaşmalarında, sıkı bir kavga yapmışlardı ama zamanla kardeş kadar yakınlaşmışlardı, Abdullah’ı Bayrampaşa’ya yolladıklarında ayrılmışlar, orada da Yusuf’un yerini İsmail almıştı, Abdullah kısaca anlattı Yusuf’u, İsmail ön bilgiler ışığında tanımaya çalıştı ekibin tanımadığı üyesini.

Telefonunu aldı eline, numarayı çevirmişti ki, vazgeçti, Turgut telefonunu ver bakayım dedi, onun telefonundan aradı Mesut’u, alo ben İsmail dedi, tanıdım İsmail bey, buyurun dedi Mesut, bana çok acil teknolojiden, bilgisayardan, telefonlardan anlayan tam donanımlı bir adam lazım, bulabilir misin, dedi. Mesut biraz araştırmam lazım İsmail bey derken, tamam Mesut hemen araştır, yarım saatin var deyince, Mesut emredersiniz efendim demek zorunda kaldı. Aradan on dakika bile geçmemişti ki, Mesut tekrar aradı İsmail’i, efendim buldum öyle birisini, daha önce çalışmıştı bizimle, Asemsan’dan ayrılma bir elektronik mühendisi, adı Evren, tam istediğiniz tarzda, otuz yaşlarında, elektronik canavarı dedi. 

Tamam dedi İsmail, yeni binada, en üst katı ona ayırın, ne istiyorsa, hangi alet, takım taklavat ve donanım gerekiyorsa temin edin direktifini verdi. Telefonu kapattığında Abdullah gülümsedi, ortak sen var ya, büyük adamsın dedi, mesele büyüklük değil artık Abdullah, mesele İngilizler, bunlar zamanında doğuya tek bir adam yerleştirdiler, o adam tüm doğuyu karıştırmaya yetti, baksana şunlara, İstanbul’a çöreklenmiş bunlar ve bunlarla son nefesime kadar savaşacağım dedi.

İsmail hiç farkında olmadan, Zehra’nın sadece, intikam alma hevesiyle başlattığı bu olaylar zincirinde, büyük bir teşkilatın karşısında bulmuştu kendisini. Henüz ne kadar büyük bir olaya karıştıklarını tam olarak kafalarında çözememiş olsalar da, çok ciddi bir serüvenin içindeydiler.

Tekrar aradı Mesut’u, sadece iki günün var binayı hemen istiyorum, gece gündüz, hiç uyumadan bu iş ya bitecek, ya bitecek dedi, zavallı Mesut emredersiniz efendim demekten başka çaresi olmadığını bildiğinden, tamam efendim, hazır olacak diyebildi.

Turgut, müthiş derecede heyecanlıydı, ağabey çıkalım mı, arkadaşlar verdiğimiz adrese gelmişlerdir dedi. Abdullah yine ayaklandı, bende geliyorum, itiraz istemem ortak, hem biz ortak değil miyiz, bu toplantıda olmak benim en doğal hakkım dedi. Haklıydı Abdullah, İsmail tamam ama önce Murat’ın bir görmesi gerekecek seni dedi, olmaz ortak sen Murat’a mı inanıyorsun, bana mı, iyiyim diyorum, abarttık bu küçücük yara olayını ama diye çıkıştı, tamam dedi İsmail.

Hastaneden çıktıklarında, Abdullah’a baktı İsmail, sonra Turgut’a, bana bakın, hakkınızı şimdiden helal edin, öbür tarafta bir de sizinle uğraşamam diye gülümsedi, ikisi birden helal olsun dedi, Abdullah böyle şeyler düşünme be ortak, daha yapılacak bir sürü iş var dedi.

Turgut’a al bakalım, bundan sonra şoförlük işi senindir deyince, Turgut sevinçten ne yapacağını şaşırmıştı, bu onun için çok güzel bir şeydi, hayatta tek değer verdiği adamla, İsmail’le sürekli birlikte olabileceklerdi. İsmail, yeni binanın, nerede olduğunu tarif ederken, bulabilecek misin, dediğinde, Turgut, ağabey ben İstanbul’un sadece üst yollarını değil, alt yollarını da biliyorum, sen merak etme diye gülümsedi.

Yolda ilerlerken Turgut, ağabey sanırım dedi…


Devam edecek…



Arkamızdan gelen araç bizi takip ediyor, emin değilim ama çıktığımızdan bu yana peşimizden ayrılmadı dedi. Akşamın ilk saatlerinde kendilerini takip eden aracı gözden kaçırmamıştı Turgut, İsmail biraz dolaş bakalım, emin olalım dedi. Bir süre ara sokaklarda dolaştıklarında aracın peşlerinde olduğunu anladılar. İsmail Umurca ormanına doğru ilerlemesini söyledi Turgut’a, son derece hızlı bir şekilde ilerlediler caddelerde, Orman yoluna girdiklerinde el frenini çekmesi ve bırakmasıyla, gittiği yönün tam ters istikametine dönüş yaptı, çok çevik bir şekilde araçtan fırladılar, arkadan takip eden araç neye uğradığını şaşırmıştı, kendilerine geldiklerinde, kafalarına yönelmiş silahlarla karşılaştılar. İnin aşağıya diye bağırdı İsmail, eller yukarıda, eller yukarıda dedi Turgut, Abdullah da, hiç kullanamasa da sol eliyle silahını doğrultmuştu karşısında duranlara.

Araçtaki kişiler yirmili yaşlarda iki delikanlıydı, yüzükoyun yatırdı yere İsmail, söyleyin ulen! Kimsiniz, beni ne diye takip ediyorsunuz? Abi biz sizi takip etmiyorduk diyenin kafasına tabancanın kabzasıyla vurdu İsmail ve mermiyi sürdü namlusuna, sadece üçe kadar sayacağım dedi. Daha bir demişti ki, gençlerden birisi, abi kim olduklarını bilmiyoruz, bize aracı gösterdi iki kişi ve takip edin dediler, telefonları var dedi. Ara şimdi onları ve yerimizi söyle, burada bir grupla toplandığımızı söyle dedi. Aradı gençlerden birisi ve aynen İsmail’in söylediklerini söyledi. Karşı taraf, oradan ayrılmalarını, görevlerinin bittiğini söyledi ve suratına kapattı telefonu, bu ne demek şimdi dedi Abdullah, bilmiyorum dedi İsmail. Bekleyeceğiz ve göreceğiz, bu itleri ne yapacağız peki dedi Turgut, onların icabına bakarız, onlar kolay dedi Abdullah, önce hangisinin kafasına sıkayım ağabey diyen Turgut’a İsmail öyle bir bakış fırlattı ki, anlamıştı Turgut, tamam ağabey kızma hemen dedi. 

İki gencin ellerini bağlayıp, arabanın bagajına kapattılar, İsmail bir daha karşıma çıkarsanız, veririm bu psikopatın eline, kafalarınıza sıkmaktan büyük keyif alır dedi. Arabayı, İsmail'in dediği gibi, piknik alanında bir yere park etti, Turgut ve koşarak geldi, ağabey sanırım misafirlerimiz geliyor dedi. Dört aracın ışıkları görünmüştü aşağı taraftaki yolda. İsmail Abdullah sen sağ tarafa dur, Turgut sen de birkaç metre solunda dur dedi. Kendisi de yukarı tarafa geçti ve silahlarının ikisini de aldı eline. Tam bir çapraz ateş pozisyonu almışlardı, araçlar birkaç yüz metre kala farlarını kapattılar ve durdular. Ağabey bunlar baya bir kalabalık dedi Abdullah’a Turgut, tut şu çeneni Turgut, şimdi parmaklarını ve kollarlını çalıştırma zamanı dedi Abdullah.

Adamlar oldukça kalabalıktı ve hazırlıklı geliyorlardı, çetin bir çatışma yaşanacağı aşikardı. Turgut ilk ateşi İsmail’in açacağını bildiğinden derin derin nefes alarak yaşanacaklara hazırlıyordu kendisini, Abdullah canı yansa da bu işin sol elle olmayacağını bildiğinden, sağ eline aldı silahını.

İsmail soldan yaklaşan ilk kişiyi tek atışla devirdi yere, ardından Turgut yine soldan gelenlerden birisini bacağından yaraladı, Abdullah sağdan yaklaşanlardan birisini, nişan almasına rağmen vuramadı. Birkaç dakika içinde ortalık silah seslerinden yıkılmaya başladı, İsmail ağaçları kendisine siper ederek, birkaç tanesini daha devirdi, askerdeyken aldığı gerilla eğitimi, bu gece çok işine yarıyordu. Turgut da, İsmail’i taklit ederek, birkaç kişiyi daha devirmeyi başardı, bir ara kafasını ağacın yanından çıkardığında, kulağının yanında geçen kurşunun, vınnnn sesiyle irkildi, ölümle yaşam arasında sadece anlık zamanların olduğu bir geceydi. Abdullah yarasının kanaması pahasına, sol taraftan gelenlerden birisini yere indirmeyi başarmıştı, adam tıpkı kendisi gibi omzundan yaralanmış ve yere düşmüştü birkaç adım daha atıp sıktı herifin kafasına.

Yaklaşık on dakika kadar süren çatışma sonrası, gelenlerin tamamı saf dışı edilmiş, Turgut’un bacağından yaraladığı adamı ele geçirmişlerdi. Turgut herifi arabanın bagajına paket yaptığında polis sirenlerini duymaya başlamışlardı, İsmail acele edelim, çabuk olun dedi ve atladılar arabalarına karanlığın içine daldılar. Ağabey nasıldım ama dedi Turgut, İsmail vurdu ensesine arka koltuktan, o nasıl bir dönüştü aslanım, kendimi ralli arabasında sandım dedi. Ağabey oto kuaföründe çalışırken öğrenmiştim bu hareketi dedi, Abdullah biraz oflayarak, ulen desene müşterilerin arabalarını, güldü Turgut, yok Abdullah ağabey o kadar da değil dedi.

Orman yolundan çıktıklarında çok hızlı bir şekilde ara caddelere daldılar, şu an her yer polis kaynıyordur dedi İsmail. Binanın arka tarafına geçip park ettiler, yukarı kata çıktıklarında beklenenlerin tamamı oradaydı, kan ter içindeki Abdullah’ın yarası kanıyordu, İsmail seni hastaneye götürsek iyi olacak dedi, fakat kabul etmedi Abdullah. 

İlk sözü alan İsmail…


Arkadaşlar biliyorum, birçoğumuz sokaklarda yetiştik, bir sokak köpeği gibi sağa sola itildik, aç kaldık, açıkta kaldık, üşüdük, bir çöp tenekesinin yanında yaktığımız ateşte, ısınmaya çalıştık, uyuşan bedenimizi kıvırdık bir beton zemine, uyumaya çalıştık. 

Kedi yavruları gibi sokulduk birbirimize, paylaştık ne bulduysak, çalıştık iş bulduğumuzda, gücümüz yettiğince dövüştük, haksızlığa tahammül edemediğimizde. İnsanlar birer öcü gibi gördüler, kirli elbiselerimize bakıp, göremediler içimizde saklı olan, sıcacık ve tertemiz yüreklerimizi, fark etmediler, bayramlarda nasıl boynu bükük beklediğimizi, cami köşelerinde.

Oysa ne kadar saf, ne kadar temizdi düşüncelerimiz, hayata atılmaya çalıştığımız o çocukluk yıllarımızda, hatırlarsınız, kendi karnımızı doyurmakla kalmaz, başkalarını bile düşünürdük, Halit, hatırlıyor musun, daha on altı yaşlarındaydık, halde çalışıp kazandığımız üç kuruş parayı yaşlı teyzeye vermiştik, torununa ayakkabı alması için. 

Hatırlıyorum İsmail, nasıl unutabilirim ki, hava yağmurluydu, pabuçlarımız delik deşikti, iki çizme alacaktık o parayla ama “gülümsedi” teyzemiz bizden daha mutlu olmuştu dedi. Peki, sen hatırlıyor musun Mehmet, sattığımız simitlerin parasını alamadığımız fırıncıyı, unutur muyum, abi dedi Mehmet. Ya sen Hasan, o kadar uğraşmıştın motorcu olmaya, sana hayvan gibi davranan ustanı, nasıl benzetmiştik birlikte, eyvallah abi, iyi etmiştik be, anama küfredip duruyordu dedi. 

Derin bir nefes daha aldı İsmail, peki hapishanede bizlere tecavüz etmeye çalışan soysuzları da hatırlıyor musunuz? Peki, yok yere yediğimiz dayakları, ya verilmeyen haklarımızı, yemeklerimizi yiyen, koca göbekli gardiyanları, sırtımızda kırılan jopları, bunları da hatırlıyor musunuz? 

Ortam sessizleşmişti, kimse nefes bile almıyordu. Şimdi, dedi İsmail, biraz şansımın da yardımıyla, para denen o şerefsiz kağıt parçasına kavuştum. Birçoğunuz bunu biliyorsunuz, şimdi artık intikam alma zamanı. Canımızı yakanların, can yakanların, haksız yere gariplerin ocağını söndürenlerin, canını yakma, gerekirse canını alma zamanıdır, diye bağırdı.

Sahip olduğum bu paranın asıl kaynağı, hayatıma ortak olan kadındır, gel gör ki, bu pis kader yakamı bir türlü bırakmadı. Basit bir intikam almak amacıyla başlayan bu serüven, son on gündür ardımızda birçok cesedin kalmasına vesile oldu. Şimdi, kulaklarınızı sonuna kadar açın ve beni iyi dinleyin, eskiden sokaklarda çarpışıyorduk, basit insanlardı bunlar, fakat geldiğimiz şu noktada, biliniz ki, yolumuz, dünyanın en pislik insanlarına sahip olan bir ülkenin pis ve karanlık insanlarıyla kesişti.

Son günlerde, yaşananlar sonucu, geri dönüşü olmayan bir yola girmiş bulunmaktayım. Bu yola girdiğim için pişman mıyım? Hayır, değilim, hayatımda yaptığım hiçbir iş ve eylemden pişmanlık duymamış bir adamım. Şimdi gitsem polise, anlatsam olayları, sizce anlarlar mı beni? Hiç sanmıyorum dedi Abdullah, anlasalar bile bu uzun yıllar alır ve sen hapislerde çürümeye mahkum edilirsin.

Evet, gördüğünüz üzere, çocukluktan bu yana yaşadıklarımız, bize birçok deneyim kazandırdı. Şu durumda, polisle bu işi aydınlatamayız ve kendi kanunlarımızla halledeceğiz. Sokak kanunlarıyla ama daha profesyonel olarak, benimle bu geri dönüşü olmayan yola girmeye, var mısınız?

Varız dediler hep birlikte, Hasan, abi, sen neyi nasıl biliyorsan yanındayız, sonuna kadar yanındayız dedi. Yusuf, ilk kez konuşma gereği hissetti, İsmail kardeş, Abdullah anlattı bazı şeyleri, duyduklarımdan sonra, sizinle olmaktan başka çarem olmadığını düşündüm, köyde yaşlı anacığımdan başka kimsem yok, zaten ona da bir hayrım yok, dediğin gibi, bu bir sokak savaşı değil, ülke meselesidir. Her ne kadar sabıkalı ve sokaktan gelen adamlar olsak da, ülke adı geçti mi, akan sular durur dedi.

O zaman dedi İsmail…

Devam edecek…


İsmail Mesut’u aradı, neredesin, bodrum kattayım efendim, tamam geliyorum dedi. Hep birlikte binanın en alt katına indiler, Mesut İsmail’in tüm isteklerini bir bir yerine getiriyordu, gecenin bu vaktinde bile yoğun bir çalışma vardı binada. Bodrum katında yapılan çalışmaya baktı İsmail, tıpkı istediği gibi yalıtımlar yapılıyordu. Oldukça büyük ve geniş olan bodrum katı bir eğitim alanına çevirmişti İsmail. 

Arkadaşlar, birkaç gün içinde binamıza geçebileceğiz, burada ihtiyacımız olan her şey mevcut olacak. Para konusuna gelince, Mesut, arkadaşların hesaplarına gerektiği kadar, nakit para yatırınız, emredersiniz efendim dedi Mesut. Bu arada dedi İsmail, emanetiniz var bagajda, onunla da gerektiği şekilde ilgilenin, bakalım misafirimiz bize hediye olarak ne getirmiş dedi. Turgut, sen emaneti teslim et arkadaşlara, Abdullah durumun nasıl, iyidir ortak, sen takma beni kafana, bir şekilde maçı götürürüm, bilirsin, dedi.

Tamam, o zaman ben Abdullah ve Turgut holdinge geçeceğiz, ilerleyen saatlerde geliriz ve ayrıntıları konuşuruz hep birlikte, diyerek yukarıya çıktı. Bu arada, bagajdaki adam da salkım saçak bodrum kata indirilmekteydi. İsmail sol eliyle, çenesinden kavradı herifi, ne biliyorsan anlat, yoksa bilmediklerini bile anlatmak zorunda kalacaksın dedi. Adam korkudan titriyordu, göz bebeklerine baktı İsmail, seni yollayan çakallar, bunun bedelini canlarıyla ödeyecekler dedi.

Arabaya bindiklerinde, seni istersen hastaneye gösterelim öyle geçelim dedi, yok be ortak amma da abarttın, ben iyiyim diyorum dedi Abdullah. Yol boyunca nereden başlayacaklarını konuştular, Turgut hiçbir şey demeden sadece dinliyordu, holdinge vardıklarında, saat neredeyse gece on bir civarlarındaydı. 

Mesut’un bahsettiği Evren holdingde İsmail’i bekliyordu, güvenlikte beklemekte olan Evreni de yanlarına aldı İsmail ve ofise çıktılar. Evrenden neler istediğini ve neler beklediğini bir bir anlattı, Evren tüm bunların yapılabileceğini, ancak kendisine iki kişi daha lazım olduğunu söyledi. Ne gerekiyorsa yap, haaa, bu arada, yanına alacağın adamlar sağlam pabuç olsun diye uyardı Evreni, elbette ki İsmail bey dedi Evren, Abdullah, hadi bakalım işin çok anladığım kadarıyla vakit geçirmesen iyi olur dedi Evren’e, haklısınız ben çıksam iyi olur diyerek ayrıldı odadan Evren.

Bu konuyu da hallettiğimize göre, artık ekipte yar alan arkadaşlara görev taksimatı yapsak iyi olur dedi İsmail, haklısın ortak, bunca adamı çok iyi organize etmemiz gerekecek, iyiler hoşlar ama kontrolü kaybedersek her şey arapsaçına döner dedi. Biliyorum kardeş, her şeyin farkındayım, fakat onlara güvenmekten başka çaremiz yok, sen de bunu biliyorsun dedi. İki saat kadar kaldılar holdingte, akıllarına gelen her şeyi konuşup belli bir sonuca bağladılar. 

6 gün sonra…

Vakit gece yarısına yakındı, Hasan, Abdullah, İsmail ve Turgut çiftliğin oldukça uzağında bir yerde arabalarını park ettiler. Gece görüş dürbünüyle çiftliği gözetledi İsmail, sonra Evrene, kaç kişi görünüyor dedi, bakıyorum efendim koordinatları ayarladım ancak bir sorunumuz var, sanırım hava sıcaklığı yüzünden olsa gerek, dilerseniz bir saat kadar daha bekleyelim, size kesin sonuca yakın olan rakamı verebilirim, tamam Evren dedi İsmail. 

Ne yapıyoruz diyen Abdullah’a gidelim bence zaman çok uygun dedi İsmail, Hasan’da başını sallayarak olumlu görüşünde olduğunu bildirir bir hareket yaptı. Turgut, sen kal dedi İsmail, Turgut bu kararı hiç sevmese de mecburen tamam demek zorunda kaldı. Hep birlikte karanlığa karıştılar, yaya olarak yaklaşık yarım saat kadar yürüdüler, ormanlık olan alanda ilerlemek gerçekten de çok zorluydu. 

Çiftliğin dağa yaslanmış olan tarafında güvenlik neredeyse yok denecek kadar azdı, İsmail bunu hesaba katarak dağ tarafından gelmişti çiftliğe. Telleri geçtikten sonra, üçü ayrılmaya karar verdiler, içeriye girdiğimizde nerede buluşacağımızı biliyorsunuz değil mi, dedi İsmail. Her ikisi de başlarını salladılar.

İsmail çiftliğin tellerinden geçti, sonra diğerleri de girdiler aynı yerden sürünerek, etrafı kollayarak ilerlemeye başladılar farklı yönlere doğru. Abdullah on beş metre kadar ileride bulunan korumayı, tek hamlede indirdi yere, göz göze geldiler karşı taraftan Hasan’la, İsmail’i gözden kaybetmişlerdi, ikisi paralel yönde ilerleyerek üç kişiyi daha etkisiz hale getirdiler. Artık çiftliğin meydanına çok yaklaşmışlardı ve asıl çarpışma burada olacaktı. İsmail onlar daha oraya ulaşmadan beş elemanı indirmişti bile yere, Abdullah ve Hasan’ın geleceği güzergahta yer alan, beş altı kişilik grup etkisiz hale gelmeden, binaya girmek imkansızdı.

Devam edecek…


Abdullah tekrardan Hasan’la göz göze geldi ve artık ateşe başlayacaklarına dair anlaştılar, ilk silah sesi duyulduğunda, iki koruma aynı anda yere yığıldı, daha diğerleri ne olduğunu anlayamadan İsmail’de indirdi birisini yere, diğerleri araçları siper yaparak silah sesinin geldiği yöne doğru ateş açtılar. Karanlık olan bahçe bir anda gündüz kadar aydınlandı, Abdullah bulduğu ilk aracın arkasına attı kendisini, Hasan’da zikzaklar çizerek koştu Abdullah’ın yanına geldi. Işıkların yanmasıyla birlikte, tüm koruma ordusu binanın önünde ateş açmaya başladılar, kafalarını çıkarsalar hedef olmaktan kurtulmalarına imkan yoktu.

İsmail sol taraftan ateş ederek ilk gördüğü korumaları vurmaya başladı, bu Abdullah ve Hasan’a zaman kazandırmış bu aralıkta koşarak daha da yaklaşmışlardı koruma ordusuna. Abdullah her ateş ettiğinde vuruyordu birisini, Hasan güldü, sanırım arı kovanına düştük, son üç şarjörümüz ıskalamamak lazım dedi. Abdullah dalga geçme Hasan, biz can derdindeyiz, iyi ya dedi Hasan, bende onu diyorum işte, çekirdekler biterse hapı yutarız dedi. Bu arada İsmail yan taraftan havuzun kenarından koşarak karşısına çıkanları bir bir indirdi yere ve içeriye attı kendisini. 

Korumalarda hem içeriden hem arkasından çapraz ateş altına aldılar İsmail’i, Abdullah ve Hasan bu arada giriş kapısının yanında duran üçünü etkisiz hale getirerek binanın içine girdiler. Abi be de Hasan, bunlar bitmeyecek anlaşılan, biter sen merak etme, dikkatli ol yeter, daha yapılacak çok iş var dedi Abdullah.

İsmail ikinci kata çıktığında, kimseyle karşılaşmadı, bu arada Abdullah ve Hasan da aşağıdakileri temizlediler. Ortalık tamamen sessizleşmişti, az önceki silah sesleri bağrış çağırışlar, yerini sessizliğe bırakmıştı. Abdullah ve Hasan alt katı tamamen kontrol ederek, bir üst kata çıktıklarında, kafalarına doğrultulmuş iki silah namlusuyla burun buruna kaldılar, İsmail, siz miydiniz dedi, ortak bizi de mi harcayacaksın, diye gülümsedi Abdullah. 

Aradıkları adam ortalıkta görünmüyordu, üçüncü kata çıktılar tüm odaları arayarak, en son kalan yer, üst katta ki çalışma odasıydı, içeri girdiklerinde onları bekleyen sürpriz hiç ummadıkları şekilde tam karşılarındaydı. Tek el silah sesi duyuldu…

Devam edecek…


Ünlü iş adamı, odadaki masasının üzerine yığılıp kalmıştı, kapı açıldığı zaman, İsmail’i görür görmez, kafasına dayadığı silahı ateşlemişti. İsmail donup kalmıştı bu manzara karşısında, Abdullah, hayret bir şey, daha selam bile vermemiştik, neden böyle bir şey yaptı ki diyerek, hala can verememiş olan iş adamının yanına gitti, saçlarından tutarak kafasını kaldırdı, yukarıya, ortak be, bundan hiçbir şey olmaz artık dedi gülerek. Dalga geçme Abdullah, tek detaylı bilgi alabileceğimiz adamı kaybettik dedi İsmail.

İsmail’in telefonu çaldı, efendim Turgut, abi polisler, hemen terk etmelisiniz orayı, tamam dedi İsmail. Koşarak bir çırpıda aşağıya indiler, geldikleri yolu kullanarak uzaklaştılar. Yukarıdan aşağıya baktı İsmail, kahretsin dedi. Ne oldu ortak diyen Abdullah İsmail’in hışmına uğradı, daha ne olsun onca çalışmamız boşa gitti, daha profesyonel plan yapmalıydık, bu adam bize çok lazımdı dedi.

Arabaya bindiler ve hızla uzaklaştılar ters istikamette, Turgut, abi üzülme, yapacak bir şey yok ki, adam zaten intihar etmiş, önüne bak Turgut diye fırçaladı İsmail. Yeni iş yerlerine vardıklarında, diğerleri merak içinde bekliyorlardı, fakat İsmail’in suratını gören bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştı, o yüzden kimse bir şey sormadı. 

Merak edenler dışarıya çıkarak Turgut’tan öğrendiler gelişmeleri. İsmail odasına girerken bir yumruk salladı kapıya, Abdullah, üzülme be ortak buluruz yeni bir yol, hem bize yaptıkları baskına karşı, en iyi cevap oldu bu, bizim kolay lokma olmadığımızı anlamaları için yeterli bence dedi.

İki saat kadar çıt çıkmadı odada Abdullah bir yanda, İsmail bir yanda oturdular sessizce. İsmail kalktı oturduğu yerden, bundan böyle çok daha iyi planlar yapacağız, söyle çocuklara dikkatli olsunlar dedi. Abdullah, yok artık ortak, İstanbul’un göbeğinde bize baskın yapacak değiller herhalde dedi. Sen dediğimi yap, paraya sahip olanlar, yapmazlar, yaptırırlar bunu unutma dedi İsmail. Haklısın, diyerek odadan çıktı Abdullah. 

Telefonu çaldı İsmail’in, kayıtsız bir numaraydı arayan, gecenin bir yarısında kim arardı ki, karşıdaki ses hiç yabancı gelmemişti.

Devam edecek…



Komiserim, hayırdır bu saatte dedi İsmail, görüşmemiz gerekiyor, çok acil dedi Burak komiser. Yaklaşık on beş dakika sonra, sözleştikleri yerde buluştular. Sıcak bir karşılama yaptı İsmail’e komiser Burak. Hal hatır muhabbetinden sonra, İsmail, şimdi beni çok iyi dinle dedi komiser, uzun süredir takip ediliyorsun ve yaptığın tüm işlerin hepsini tek tek biliyoruz. Yaptığın şeyler kötü mü, bana sorarsan iyi, toplumu zehirleyen, toplumu istediği şekilde yönlendiren bu gruplara, biz ancak kanunlar çerçevesinde müdahale edebiliyoruz.

Sözü çok fazla uzatmayacağım, geçmişinde ve dosyanda, hiçbir yüz kızartıcı suç unsuru bulunmadığını, hakkaniyetsiz hiçbir işe kalkışmadığını, çok iyi biliyorum. Yanına aldığın arkadaşlarında aynı durumdalar. Ben yeni bir göreve atandım, yeni görevim Türkiye İstihbarat Timleri Bölüm Amirliği, bu timim görevi, kanuni yönden dokunamadığımız, dış güçler tarafından idare edilen, kötü niyetli grupları yok etmek, tüm bunları neden anlattığımı merak ediyorsun, biliyorum. Bundan böyle benim için çalışacaksın 

İsmail çok şaşırmıştı, nasıl yani komiserim, polis mi olacağım? Hayır, polislik değil, istihbarat teşkilatımız için çalışacaksın, yaptığınız ve yapacağınız işlerden daima haberimiz olacak, bizim verdiğimiz bazı görevleri yerine getireceksiniz. Sana resmi kimlik çıkartacağız, lojistik destekler vereceğiz. Siz tüm bunları yaparken bizim kontrolümüz altında çalışacaksınız, nereye kadar, birileri tarafından deşifre edilene kadar bu böyle, deşifre olduğunuz an, ne ben sizi tanırım, ne teşkilat, anladın mı ne demek istediğimi? Evet, anladım komiserim.

Ne yapıyoruz şimdi peki, dedi İsmail, hiçbir şey diye gülümsedi komiser Burak, ben kimliğini hazırlatıyorum, diğer detayları zaman zaman seninle bir araya gelerek konuşacağız. Bu arada, benimle olan bu bağlantını yanındakiler bile bilmeyecekler ve bilgimiz dışında hiçbir operasyon olmayacak, bunu aklından çıkarma dedi komiser, anladım komiserim diyerek, sigarasından derin bir nefes çekti İsmail.

Bir saat kadar sonra ayrıldı komiser Burak ve İsmail, yaşananlara bir anlam veremedi, bir süre kendisini dinlemesi gerektiğini düşünerek, İstanbul’u yukarıdan, kuşbakışı gören bir tepeye çekti arabasını. Hayatında neler olduğunu ve nereye giden bir yaşamı olduğunu düşündü, boş ver be İsmail dedi, kendi kendine, geleceği düşünüp ne yapacaksın, bir dakika sonrasını bile bilmediğin, hayat denen oyunun içindesin.

Arabasının camını indirdi sonuna kadar, ışıklar karşıdan nasılda dans ediyorlardı, sanki yerinde duramayan çocuklar gibiydiler. Buse aklına geldi, vakit çok geç olduğu için başka bir zaman giderim diye düşündü. 

Sağ taraftan bir arabanın yaklaştığını gördü, silahını kontrol etti, araç yan tarafa gelerek, sağ yanına park etti…

Devam edecek…


Arabanın kapısı açıldığında İsmail şarjöründen mermisini namlusuna sürmüştü. Diğer kapı da açıldığında, gördüğü manzara karşısında, ne kadar da kuruntulu bir adamım dedi. Yanına gelen araçtan iki sevgili inmiş ve geçip arabalarının önünde manzarayı izlemeye başlamışlardı. 

Zehra aklına geldi, günlerdir hiç görüşememişlerdi, sevdiklerine zaman ayıramamak bir insanın hayatta ki en büyük kaybıydı aslında. İsmail de bunu fazlasıyla yaşamaya başlamıştı. Tam hayatını bir düzene sokmaya çalışırken, olmadık bir yaşamın içinde buluvermişti kendisini. 

Burak komiserin anlattıklarını tekrar düşündü, zaten başka bir seçeneği olmadığını biliyordu, belki de çok daha iyi olacaktı. Bunu zamana bırakmaktan başka şansı olmadığı bir gerçekti ve bunu, ancak yaşayarak görebilecekti, tabi yaşarsam dedi, kendi kendine.

Yarım saat kadar sonra ayrıldı bulunduğu yerden, gecenin bu saati İstanbul’da arabayla dolaşmak için en güzel zamanıydı, yollar neredeyse boş gibiydi, hafiften çiseleyen yağmur geceye ayrı bir güzellik katıyordu. Çocukken yağmur altında ıslandığı günleri hatırlamadan edemedi. Bir süre dolaştı caddelerde, Taksim’den geçerken kavga eden bir gruba rastladı, bu kavgalar hiç yabancı olmadığı görüntülerden ibaretti, polisler, ara sokaklara kaçışanlar tam bir curcuna vardı yol kenarında.

Beşiktaş stadının yanından sahile indi, iskelenin yanında durdu, sağ camı indirip simitçiden bir simit aldı. Uzun zamandır hasret kaldığı bir arkadaşına rastlamış kadar mutluydu, keyifle ısırdı simidinden. Şehir, bu saatlerde hareketlenmeye başlamıştı, insanlar koşuşturuyordu sağa sola. Boğaz köprüsünden geçti karşıya, binanın önüne geldi, arabasını park etti, Abdullah girişte gazete okuyordu, ortak nerelerdesin, telefonunda kapalı, merak ettim dedi, anlatırım dedi İsmail.

İçeriye girdiğinde, tüm ekibin koltuklarda uyduğunu görünce gülümsedi, bize dünyayı da versen huyumuzdan vazgeçmeyeceğiz, her yerde sokak çocuğuyuz, baksana şunlara dedi, sanırım öyle ortak diye gülümsedi Abdullah.

Ofise geçtiler, Abdullah’ın getirdiği gazetelere göz attı bir süre, çay hazır olmuştur ortak, içer miyiz dedi Abdullah. Çayları geldiğinde bir yudum aldı İsmail, kardeş konuş adamlarımızla evlerine gitsinler, böyle olmaz dedi. Tamam, konuşurum ben onlarla, anlat bakalım nereye kayboldun dün gece dedi Abdullah.

Abdullah bana ne olduğunu, neler yaşadığımı sorma ama sana şu kadarını söylemeliyim, büyük, çok büyük işlere bulaştık. Bundan böyle kafamıza göre hareket edemeyeceğiz, nasıl yani dedi Abdullah, birilerinden emir mi alacağız, hayır Abdullah tam olarak öyle değil, peki ya nasıl, sen ne yaptın İsmail diye bağırdı, bu gürültüye, salonda, koltuk üstünde kestirenlerde uyanmıştı. 

İsmail kalktı koltuğundan Abdullah’ın yanına geldi, omzuna elini koydu, ya ne yapsaydım, içeriye mi tıkılmayı kabul etseydim, sizleri kendi ellerimle demir parmaklıklar ardına mı yollasaydım, üstelik daha yolun başında dedi.

Abdullah, daha sakin bir şekilde, yani başka seçeneğimiz yoktu diyorsun, evet, aynen öyle diyorum dedi İsmail. Özür dilerim ortak, birileri işimize burnunu sokacak lafını duyunca, mühim değil dedi İsmail, yani devlet mi dedi Abdullah, evet anlamında başını salladı İsmail.
Ofisin kapısı açıldı, içeriye…

Devam edecek…


İçeriye Zehra girdi, Abdullah gülümsedi İsmail’e, ben geliyorum birazdan diyerek kalktı yerinden, yenge sen geç böyle istersen dedi Zehra’ya, Zehra, otur Abdullah, sorun değil dese de, çocuklarla konuşmam lazım diyerek çıktı dışarıya Abdullah. Zehra İsmail’e baktı, İsmail kalktı yerinden, Zehra’ya doğru adımlarken, kollarını açtı, Zehra öyle mutlu olmuştu ki, bir çocuk gibi sarılıverdi İsmail’e, çok özledim seni dedi, biliyorum bir tanem dedi İsmail.

Birkaç dakika öylece sarıldılar, Zehra her ne kadar uçarı ve huysuz olsa da, İsmail’e sırılsıklam sevdalıydı, bu her halinden belliydi. İsmail anlından öptü Zehra’yı, haydi gel
Seni, kahvaltıya götüreyim dedi, sahi mi, diye gözleri ışıldadı Zehra’nın, hemen çantasını aldı sehpanın üzerinden. 

Birlikte çıktılar ofisten, yakınlarda bir yerlerde kahvaltı yaptılar baş başa. Zehra, biliyor musun, her şeye rağmen yaşam güzel dedi. İsmail, bu yaşamın içinde sen olduğun için güzel, yoksa yaşamın ne anlamı olurdu ki dedi. Zehra böyle romantik sözleri duymaya alışkın değildi İsmail’den, ellerini tuttu İsmail’in, iyi ki varsın, seni çok seviyorum dedi. İsmail bu kelimeyi, oldum olası kullanamazdı, ben de dedi sadece. Zehra öyle mutluydu ki, boşları alırken fincanı deviren garsona bile gülümsedi.

Çıktılar birlikte dışarıya, yolda durdu İsmail, dörtlülerini yaktı, bir dakika geliyorum hemen dedi, arabaya döndüğünde, kocaman bir demet çiçek vardı ellerinde, Zehra inanamadı, mutluluktan ne yapacağını şaşırdı, İsmail ve çiçek, ikisini bir arada düşünemezdi bile. 

Holdinge gidene kadar İsmail’in sağ elini hiç bırakmadı. İsmail holdingde fazla kalmadı, kısa bir süre sonra ayrıldı oradan. Telefonunu eline aldı Burak komiseri arayacaktı, vazgeçti, telefonu elinden bırakmıştı ki, çalmaya başladı, yine kayıtsız bir numaraydı arayan. Telefonu açtığında, karşısında ki o bozuk aksanlı adamdı, İsmail bey diye başladığı konuşmasını, başlarım ulen beyinize sizin, ne var diye kesti İsmail. Adam bu çıkış karşısında, pis bir gülüş sesi yolladı İsmail’in kulaklarına, bu gece konuşmak istiyoruz seninle dedi. İsmail, sizin gibi itlerle konuşulacak bir şeyim olduğunu hiç sanmıyorum dedi. Adam, var, var, olmaz mı, bak sana merhaba demek isteyen birisi var dedi. Telefondaki ses Mesut’a aitti, İsmail bey ben iyiyim merak etmeyin diyordu ki, ses kesildi.

İsmail inanamıyordu, Mesut’tan ne isteyebilirdi bu adamlar, dertleri neydi, direksiyona vurdu İsmail, telefonu tekrar çaldı. Aynı adam buluşma için adres verdi ve yalnız gelmesini tembihledi. İsmail, hemen Evren’i aradı, kendisini arayan telefonun adres tespitini araştırmasını istedi. Yaklaşık beş dakika sonra Evren aradı İsmail’i, aramanın Ümraniye’de bir yerlerden gerçekleştiğini, sinyal almaya devam ettiklerini, gerekirse tam nokta tespitini yapabileceklerini iletti, hemen dedi İsmail, hemen istiyorum. Ümraniye tarafına sürdü aracını İsmail. Birkaç dakika sonra aradı Evren, Tekindar holding dedi İsmail’e, tamam dedi İsmail. 

Tekindar adı çok şaşırtmıştı İsmail’i, yurtiçi ve yurtdışı taşımacılık işleriyle uğraşan bir şirketti. Gitse de, şu an yapacak bir şey yoktu, sağa çekti aracını bir süre düşündü yol kenarında. Burak komiserin, bizden habersiz hiçbir şey yapmayacaksınız, sözü aklına geldi. Bu nasıl bir dolambaç böyle, dolaşıp duracak mıyım bu labirentin içinde, ben kimsenin adamı olmadım bu güne kadar, olmayacağım da, dedi ve yola koyuldu. Tekindar holdingin önüne geldiğinde, kapıdan çıkan araçları fark etti, üç araç arka arkaya dışarıya çıkmıştı. Hiç durmadan onların peşinden hareket etti…

Devam edecek…


Yağmur başlamıştı yine hafiften, öndeki aracın birisi kırmızıda durmayarak devam etti, diğerleri durdu. İsmail telefonu eline aldı Mazlum beni dinle güvenliği arttırın, özellikle Zehra’ya dikkat edin dedi. Kapatıp tekrar aradı, Abdullah güvenliği arttırın, sen neredesin, iyi, yakın sayılırız diyerek yolu tarif etti, yalnız gel, kimseyi alma yanına dedi.

Uzunca bir yolculuktan sonra Anaform ormanından, sola giden yola ayrılan araçları takip etmekten vazgeçerek düz devam etti, az sonra Abdullah’ın aracı göründü arkasında, hemen sağa park ederek, onun aracına geçti. Geri dön kardeş, acele et biraz dedi, geri dönerek araçların saptığı yola girdiler, on beş dakika kadar sonra araçları gördüler. Araçlar aynı yolda devam ediyorlardı. Bir süre sonra sol tarafta yer alan, eski bir binanın önünde durdular. Burası İsmail’e tarif edilen adresti, arabadan inenler arasında, kafasına siyah poşet geçirilmiş olan kişi de Mesut olmalıydı.

Çok şanslıyız ortak dedi Abdullah, haklısın kardeşim dedi İsmail. Yağmur şiddetini arttırmaya başlamıştı, İsmail sol taraftan ağaçlıkların olduğu bölümden yaklaşmanın daha iyi olacağını söyledi Abdullah’a, oradan ilerlediler viranelik binaya doğru. Tam harekete geçecekleri sırada, hızla yaklaşan dört beş arabalık konvoyu fark ettiler. Arabaların, binanın önüne durmasıyla birlikte, kafaları maskeli bir grup adam, sağa sola dağıldılar. İki dakika süren bir çatışma sonrası, içeriden gelen silah sesleri kesilmişti. İsmail neler olduğunu anlamaya çalışırken, maskeli adamların elleri arasında Mesut’la birlikte dışarıya çıktıklarını gördü. İkisi de şaşkındılar, ne yapacağız ortak dedi Abdullah, bekle biraz dedi İsmail. Adamlar arabalara bindiler ve Mesut’u bırakarak hızla uzaklaştılar. İsmail ve Abdullah çıktılar durdukları yerden Mesut’un olduğu yere ilerlediler, neler olduğunu hiç birisi anlamamıştı, Mesut’u yanlarına alarak arabaya bindiler ve uzaklaştılar.

Yolda çalan telefon, İsmail’in telefonuydu, arayan Burak komiserdi, adamını teslim aldığına sevindim, sana söylemiştim, benden habersiz hareket etmemeliydin diye çıkıştı İsmail’e, iyi ama komiserim diyordu ki, neyse tamam İsmail, sorunun halledilmiş olmasına sevindim, bu gece görüşmemiz lazım, ararım diyerek kapattı telefonu. Abdullah başını salladı kızgınlığını belli ediyordu bu hareketi, boş ver kardeşim dedi İsmail, her şey olacağına varıyor işte.

İsmail Bey kim bu adamlar, benden ne istiyorlar anlamadım ki dedi Mesut, senden bir şey istedikleri yok, benden istiyorlar dedi İsmail. Bundan böyle güvenlik olmadan dışarıya adım atmamasını tembihledi holdinge giriş yaparlarken. Bahçeye girdiklerinde Mesut’u bırakarak tekrar çıkış yaptılar holdingden, Turgut’u aradı İsmail, aracını bıraktığı yeri tarif etti…

Devam edecek…


Burak Hakkı iki araba eşliğinde geldi İsmail’in mekânına, korumalarına işaret ederek araçlarda kalmalarını istedi. Merdivenlerden çıktığında, karşısına çıkan tablo çok etkilemişti komiseri, duvara işlenmiş olan kocaman bir Osmanlı arması karşılamıştı kendisini. 

Sol taraftan Abdullah çıktı karşısına, komiserim bu ne güzel sürpriz, hoş geldin dedi. İsmail’in odasına doğru birlikte adımladılar, Abdullah, komiserim sağ ol dedi, Burak Hakkı bir an duraksadı ve anlamadım dedi Abdullah’a, ben anladım dedi Abdullah ve gülümseyerek İsmail’in kapısını açtı.

İçeri girdiğinde, son derece güzel dizayn edilmiş bir ofiste buldu kendisini. Odanın sol yanında duran şöminenin ateşi insanı karşıdan ısıtmaya yetiyordu. İsmail’le tokalaştı komiser Hakkı ve geçip sağdaki koltuğa oturdu. Abdullah’la göz göze geldi İsmail, ben dışarıdayım ortak diyerek çıktı odadan Abdullah.

Kısa bir sessizlik sonrası, Burak Hakkı, sana söylemiştim, benden habersiz hiç bir şey yapmamanı, neden böyle bir şey yaptın İsmail dedi. 

Bana hizmet eden bir insanın, kaçırılmış olması, beni çileden çıkardı, o an düşünemedim dedi İsmail. Tamam, bu seferlik anlayışla karşılıyorum ama bundan böyle sakın benden habersiz hareket etme diyerek, cebinden çıkardığı TİBT (Türkiye İstihbarat Birliği Teşkilatı) kartını uzattı, İsmail kartı aldı ve baktı. Komiserim ben ne yapacağım bununla dedi. Burak Hakkı İsmail’e baktı ve ne istersen onu yapacaksın, fakat benim haberim olmadan hiçbir şey yapmayacaksın, dedi.

Sonra elindeki dosyayı uzattı İsmail’e, burada yazılanları okumanı istiyorum, sonra dedi ve şömineyi işaret etti, anladım dedi İsmail. Burak Hakkı ofisten ayrılırken İsmail’e döndü tekrardan, orada yazılanları okuduğunda o kimliğin neden sana verildiğini de anlayacaksın, dedi.

Dışarıya çıktı, derin bir nefes çekti ciğerlerine, aracının arka kapısını açan personeline, görüyor musun, hava sert olsa da, yine de güzel dedi, evet efendim diye yanıtladı karşısındaki. Araç geldikleri güzergâhtan ilerliyordu, ani bir fren sesiyle birlikte araç sağa doğru savruldu ve bariyerlere çarparak durdu. Bu durmayla birlikte, ağır silah sesleri ana caddeyi inletiyordu, arkadan gelen araçtaki personel daha ne olduğunu bile anlamadan, ağır ateş altında kaldı ve silahlarına bile davranamadılar. Araçların birisi sağ tarafta, birisi sol tarafta kurşun yağmuruna tutulmuştu, bu ateş altından sağ çıkmak mümkün değildi.

Abdullah girdi odaya, ne diyormuş komiser ortak dedi, bilmiyorum bakacağız ve öğreneceğiz dedi İsmail. Bu arada Abdullah sesi kısık vaziyette açık olan televizyonu işaret etti, bizim komiser değil mi, dedi, İsmail televizyona baktı ve hemen kumandaya uzanıp sesini açtı. İstanbul’un göbeğinde, saldırıya uğrayan iki araçtaki tüm görevlilerin öldüğü anonsu geçiliyordu. Birazdan canlı yayınla olay yerine bağlanacaklarını söylüyordu spiker. İsmail telefonuna sarıldı, Burak Hakkı’yı aradı, telefon çalıyor ama cevap veren yoktu. Tekrar aradı yine açan yoktu.

Aradan on beş dakika kadar geçmişti, televizyon kanalı ilk görüntüleri yayınlamaya başlamıştı. Gördüğü manzara karşısında dehşete düştü İsmail, arabalar adeta kevgire dönmüştü kurşun deliklerinden. 

Haber detaylarında birisinin ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldığından bahsedilmişti…
Devam edecek…


Abdullah ofisten koridora çıktı, az önce karşısındaki adamın şimdi yok olduğunu düşündüğünde hüzünlendi. Allah kahretsin diye söylenerek koridorda ilerledi, binanın içine bakan balkona yaklaştığında, içeriye doğru koşan ve silahlarını ateşlemeye başlayanları gördü. Hemen silahına sarıldı, kapı önünde duranlar daha ne olduğunu anlayamadan ateş altında kalmışlardı, kapıdan giren ikisini indirdi yere ama adamlar çıldırmış gibi içeriye saldırıyorlardı ve kalabalıklardı. Kafasını bile çıkartamadı, ağır silahlarla taranıyordu her yer ve barut kokusu sarmıştı binayı. Balkona düştüğünü gördüğü el bombasını fark ettiğinde, artık her şey için çok geçti ve büyük bir patlama oldu. 

İsmail sesleri duymasıyla birlikte koridora çıkmış, sonrasında tekrar ofise girmek zorunda kalmıştı. Birkaç dakika içerisinde binanın duvarları kevgire dönmüştü. İsmail’in yapabileceği hiçbir şey yoktu, henüz okuyamadığı dosyayı eline aldı ve ofisin arka tarafındaki pencereye koştu. Oradan çıkabileceğini düşünüyordu ama yanılmıştı, camdan görünmesiyle birlikte kurşun yağmaya başlamıştı. Aynı anda ofisin kapısı açıldı, Abdullah sürünerek her yeri kanlar içerisinde, ortak ben bittim dedi ve yıkıldı olduğu yere. Kardeşim diye koştu İsmail ama artık Abdullah için yapılacak hiçbir şey yoktu.

Aynı dakikalarda Zehra’nın oturduğu villa basılmış, korumalar etkisiz hale getirilmiş, hizmetçiler dahil herkes öldürülmüştü. Böyle bir katliam ülke tarihinde belki de ilk kez yaşanmaktaydı. Zehra haberi alır almaz İsmail’i aramıştı. Hıçkırarak ağlıyor, İsmail bir şeyler yap diyordu, İsmail bu hengamede, beklide ilk kez Zehra’ya “seni seviyorum” dedi. Devamında hemen saklanmasını istedi Zehra’dan. Bu birkaç saniyelik konuşma sonrası Abdullah’ı içeriye çekti, ofisin kapısını kapatıp, masa, sandalye, dolap ne bulduysa kapının ardına doldurdu. Dışarıda sağ kalan birkaç arkadaşının direniş gösterdiğinin farkındaydı ve bir şeyler yapmalıydı. Hazırlıksız yakalandıkları bu baskından ne pahasına olursa olsun sağ çıkmalı ve hesabını sormalıydı. Şu an kahramanlık yapabilecek bir konumda değildi, belki içi kan ağlıyordu ama buradan sağ çıkması her şeyden daha önemliydi. Silahlarını kontrol etti, ofisin sağ köşesinde yer alan dolabı yere yıktı ve arkasına geçti. 

Kapıyı ve diğer giriş noktası olan camları görebileceği bir konumda beklemeye başladı. Birkaç dakika sonra ofisin kapısı kurşun yağmuru altında kalmıştı. Hiç tepki vermeden sadece bekliyordu, dışarıdan gelen konuşmaları ve sesleri dinledi. Adamlar kapıyı zorluyorlardı, küçük bir sessizlik sonrası, ayak seslerinin uzaklaştığını hissetti, tam kafasını çıkartıyordu ki, müthiş bir patlama oldu. Ortalık toz duman içerisinde kalmıştı, olduğu yerden ok gibi fırladı, kapının olduğu yer yok olmuştu, karşısına çıkan kim varsa vurmaya başladı. Bir, iki, üç, dört sağ kaval kemiğinde bir yanma hissettiğinde kurşun çoktan İsmail’in ayağına isabet etmişti.

Yere düştü, sürünerek koridorun köşesine yanaştı ve kendisini vuran adamı aynı şekilde önce ayağından, sonra anlının ortasından vurdu. Duyduğu silah sesiyle birlikte, sırtında, az önce ayağında hissettiği yanmayı hissetti, arkasına döndü ve bastı tetiğe, yere doğru düşen adama ikinci kez ateş etti, arkasından gelen ve görünen kafayı da tek atışla avladı. Ardından çıkan iki kişiden birisini daha vurmayı başardı ama üçüncüsü hafif makinalı silahla taradı koridoru, İsmail’in kulağından kanlar akmaya başlamıştı, eli yüzü kan içerisindeydi, vücudunun titrediğini hissetti, can pazarının tam ortasındaydı ve son anlarını yaşıyordu. Kafasına basan ayağı hissetti ve o pis gülüşü duydu son olarak.

Devam edecek…


Tek el silah sesi ve polis sirenlerini duydu kulakları, duymakla hissetmek arası bir duyguydu yaşadıkları bu zaman diliminde. Komiser Burak jet hızıyla daldı koridora, yerde kanlar içerisinde yatmakta olan İsmail’i gördü, hemen yanı başında kanlar içerisinde kalan dosyayı aldı. Nabzını kontrol etti, çabuk olun, çabuk diye bağırdı sağlık ekiplerine, yaşıyor diye bağırdı. İsmail palas pandıras yüklendi sedyeye ve ambulansa atıldı, Burak Hakkı İsmail’e baktı ambulansın kapıları kapatılırken, keşke böyle olmasaydı, hayatta kalmalısın, dedi.

Burak Hakkı daha önce haber aldıkları, suikast girişiminden, burnu bile kanamadan sıyrılmayı başarmış, caddeye çıktıklarında ilk ışıklarda, yanına gelen panelvan araca geçmiş ve böylece hayatta kalmıştı. Fakat anlamadığı konu, kendisine yapılacak bu suikast ihbarcısının, neden İsmail’e yapılacak saldırıyı haber vermemiş oluşuydu. Aklı son derece karışmış ve yaşanan olaylar karşısında şoke olmuştu.

İsmail hariç, ekibinden sağ kalan olmamıştı, İsmail’in de ne sağ olduğu belliydi, ne öldüğü, cihazlarla hayata tutunmaya çalışıyordu. Vücudundan on bir kurşun çıkarılmış kafatasında olan kurşuna ise müdahale edilememişti. Doktorlara göre, yaşaması mucizeydi ve yaşayabilirse, kafasında bu kurşunla devam edecekti hayata. Zehra on yedi gündür bir an olsun ayrılmamıştı yanı başından, hiçbir hayat emaresi görülmese de, dualarını ve umutlarını eksik etmiyordu hayat arkadaşından. Doktor Murat, Nuri hoca ve Ayşe teyze en büyük destekçisiydi Zehra’nın. Burak Hakkı da sürekli ziyaret ediyor ve hastaneyi sıkı koruma altında tutuyordu.

Zehra tüm bu olayların başlangıcı olarak kendisini suçlu ilan etmiş ve gece gündüz ağlamaktan, isyan etmekten bitap düşmüştü. Doktor Murat girdi odaya, lütfen Zehra hanım, en azından uyumalısınız, sizi anlıyorum fakat kendinize dikkat etmelisiniz dedi. Zehra, kafasını kaldırdı, cama doğru baktı ve İsmail ölürse, ben yaşayamam dedi. Doktor Murat, kafasını İsmail’in bağlı olduğu cihazlara doğru çevirerek, biliyorsunuz bu cihazlar olmasa, İsmail bey zaten çoktan ölmüş olacaktı, belki yaşıyor olduğunu söylemek bile doğru değil, Zehra ayağa kalktı ve yaşayacak dedi, yaşamalı, yaşamak zorunda diye bağırdı, anlıyorum Zehra hanım diyerek ayrıldı odadan doktor Murat.

İki ay on üç gün sonra…

Zehra arabasına bindi, önce villaya gitti, üzerini değiştirip tekrar dışarıya çıktı. İsmail’in iş yerine vardığında, kapıya koyduğu bekçi Zeki karşıladı, merhaba efendim, dediğiniz gibi kimseleri sokmadım içeriye dedi. Zehra olay sonrası ilk kez geliyordu buraya, içeriye girdiğinde gördüğü manzara karşısında, yüreğinin parçalandığını hissetti, yukarıya çıktı, ofise doğru ilerlerken, koridordaki tahribat ve yıkımı yeniden yaşarcasına hüzünlendi ve ürperdi. Ofisin olduğu yere geçti, masalar, koltuklar, tablolar darmadağın vaziyetteydi. Camdan dışarıya doğru baktı, gözlerini kapadı, İsmail’in o an kendisini aradığında neler hissettiğini yaşarmışçasına sıktı yumruklarını. Esen soğuk rüzgar yaladı yanaklarını, uçuştu saçları, telefonu çalıyordu, arayan Nuri hocaydı…


Devam edecek…



Doktorların koşuşturmaya başladığını, bir şeyler olduğunu ama anlayamadığını söyledi Zehra’ya, hemen geliyorum diyerek kapattı telefonu. Ofis bölümünden çıkıp koridorda ilerlerken, başının döndüğünü hissetti, yere düştü, canı çok acımıştı, dizi kanıyordu, çantasından kağıt mendil çıkartıp dizine bastırdı. Doğrulmaya çalıştı fakat yapamadı, bulanık bir görüntü vardı baktığı her yerde, sadece, Zeki diye bağırabildi.

Yoğun bakım ünitesinde müthiş bir mücadele veriliyordu, Zehra yaşamış olduklarını artık kaldıramamış ve sıkıntılarının sonunda beyin damarlarında meydana gelen kanama sonrası bekçi tarafından hastaneye yetiştirilmişti.

Zehra dokuz gündür yoğun bakımda yaşam mücadelesi vermekteydi, hastaneye getirildiği gün İsmail yaşamını yitirmişti ve ertesi gün sevenleri tarafından toprağa verildi. Nuri hoca doktor Murat’la konuşuyordu, nasıl olacak peki, hiç mi şansı yok dedi, Murat başını önüne eğdi, dua etmekten başka çaremiz yok…

Yağmurlu bir geceydi, Ekim ayının son günü, Zehra’da yaşamını yitirdi. Karmaşık hayatlar üzerine kurulmuş bir yaşamın hazin sonuydu yaşananlar. Zehra ihtirasları ve intikamı için çıktığı yolda, sahip olduğu birçok şeyi kaybetmişti, sonunda kendi canından da olmuş ve sessizce çekip gitmişti….

SON

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Özgürlük

  Önce kocaman bir yürek taşıyacak Sonra uğrunda savaşacaksın, Sende yoksa o yürek Boşuna sesini yükseltip bağırmayacaksın! Bu yol bildiğin ...