23 Kasım 2011 Çarşamba
Psikobatak!
Şu an hayatından memnun kaç kişi var bu ülkede, hiç düşündünüz mü? Daha anlaşılır bir soru sorayım dilerseniz. Psikolojisi düzgün kaç insan var?
Bu soru daha güzel geldi sanırım kulağınıza. Neden güzel geldiğini, ben biliyorum. Bir psikolojidir, tutturmuş gidiyor cümle âlem!
Nedir bu psikoloji Allah aşkına? Nerede bulunur, alınır mı, satılır mı? Nasıl düzeltilir, kaportacı bir ustaya gitsek düzelir mi?
Yok, ben psikologlara gitme taraftarı değilim. Ne yaptıysa onlar yaptı bu insanlara! Medyanın da pompalamasıyla, psikolojisi bozuk (aslında yok öyle bir şey) insanlar türettiler. Nedeni basit, bu ülkede, inançları dolayısıyla, insanların psikolojisini bozmak, değişikliğe uğratmak, hiç kolay değildi! Doğru düzgün işleri de yoktu psikologların, hem iş ürettiler kendilerine, hem iyi bir pazar oluşturuldu!
Diyeceksiniz ki, Avrupa’da insanlar gidiyorlar. Gitsinler efendim, onlar Avrupalı, bizim onlarla bir olmamız mümkün değil! Kültürümüz, alışkanlıklarımız, tutkularımız, aşklarımız çok farklı! Hastalıklarımız da! Siz, hiç sabah kahvaltısında kuru fasulye yediniz mi? Peki, yer misiniz? Çoğunuzun daha şimdi midesi bulandı bu teklif karşısında biliyorum. Neyse konumuz Avrupa değil, konumuz, arkasına saklanılmış olan bir gerçek, psikoloji hastalığı!
Psikolojiyi öyle bir soktular ki, insanlarımızın beyinlerine, inanılmaz. Çocuğa babanın adı ne desen, psikoloji diye cevaplayabilir! Abartmıyorum, cidden öyle ama yani! Arkadaşımla sohbet ediyoruz, hararetli bir sohbet, iş tartışmaya dönüşebiliyor, neden böyle yapıyorsun dediğinde? Şak diye cevabı yapıştırıyor, psikolojim bozuk, kusura bakma!
Olur, bakmayayım da, bu işin sonu nereye varacak? Yol ortasında iki araç sürücüsü kapışmış, etraftan konuşmalar yükseliyor, milletin psikolojisi bozuk arkadaş! Hadi canım, cidden öyle mi, yani?
Önce kadınlarımıza bu hastalık hastalığını aşıladılar, şimdi sıra erkeklere geldi! Ne yaparsa yapsın, konu hiç mühim değil, nasıl olsa psikolojisi bozuktur!
Hayatımızda iyi gitmeyen ne varsa, sorumlusu kesin psikolojimizdir. Durum bu kadar kesin ve net yani. Hiç öyle çözüm yolları filan aramayalım. Alalım bir kutu yatıştırıcı ilaç, yatıştıralım psikolojilerimizi! Yani uyuşturalım beyinlerimizi, hayallerimizi, aşklarımızı, sevgilerimizi, geleceğimizi, gençliğimizi!
İşler yolunda gitmiyor, düşünemiyorum, çalışamıyorum, üretemiyorum diyor, soruyorum mecburen, ne oldu, neyin var? Abi, sorma ya, psikolojim bozuk! Bir başkası, evliliğimiz iyi gitmiyor, gerçi ben alttan alıyorum da, hanımın psikolojisi iyi değil. Diğeri, geçenlerde okuldan aradılar, gittim, bizim çocuğun son zamanlarda psikolojisi bozukmuş. Bir şirkette telefona cevap verirken, arayan müşteriyi neredeyse dövecek gibi cevaplayan sekreterin bile mazereti hazır. Psikolojisi bozuk!
Karpuzcudan karpuz alacaksın, adama karpuz nasıl demeye gelmiyor, kavga nedeni olabilir, çünkü psikolojisi bozuk! Birileri, aradıkları hakları savunma derdinde ama aradığı hakkı bırakıp bir kenara, polise saldırıyor, polis halkın can ve mal güvenliğini sağlamakla yükümlü, halka saldırıyor! İki tarafında mazereti hazır, psikolojileri bozuk!
Ben size bir şey söyleyeyim mi, bu psikoloji palavralarını bırakalım bir kenara! Ardına saklanacak yeni bir isim bulalım!
Adını da, psikobatak koyalım!
Çünkü öyle bir batmışız ki, bu psikoloji denen illetin içerisine, ancak bataklıkta olan insanlar grubu olabiliriz!
Ozan Muhammet CANDAN
www.reklammarket.net
22 Kasım 2011 Salı
Hayat paylaşınca güzel!
Ne güzel bir reklam filmi, amacına ulaşmış bir çalışma. Toplumun çoğunluğu bu düşünce içinde olsa gerek, birçok arkadaşım beğeniyle izlediğinden bahsetti. Peki, gerçekten hayatı paylaşmayı, seven bir toplum muyuz? Asıl garip olan, bu reklam filmini çok beğendiğini ve etkileyici bulduğunu söyleyen tanıdıklarımın, bencil bireyler oluşudur.
Paylaşımların, uzun zaman önce birileri tarafından, içimizden çekip aldıkları bir “ruh” olduğunu düşünüyorum. Yanılıyor muyum? Gerçekten her şeyden uzaklaşıp bir düşünün. Düşünün, en son neyinizi, birisiyle paylaştığınızı. Paylaşsanız bile, bir hesap içinde olmadan, bunu yaptığınızı hatırlaya bildiniz mi? Dürüst olun, korkmayın, bu aramızda kalacak.
Paylaşma olgusu daha ikili, üçlü yaşlarda aşılanır toplumumuzda. Daha o yaşlarda ebeveynler tarafından paylaşmanın güzel yanları öğretilir. Ebeveynler tarafından öğretilen bu duyguyu, okul sıralarında kaybederiz!
Bencilliğin iyi bir şey olmadığını biliriz hepimiz, biliriz ama ne kadar uyguluyoruz? Toplumumuzda son zamanların en popüler durumu, bencillik ve vurdumduymazlık diyebiliriz aslında. Bunu yazarken en ufacık bir gocunma hissi uyanmıyor içimde. Nedeni basit, ben de bencilleştirme çalışmalarının sonunda, buna ayak uydurmuş olanlardanım beklide.
Eskileri hatırlıyorum. Birçok insan, yalnız yemek yemezdi, yalnız yemek, ayıp, günah veya çok acayip bir şey gibi algılanırdı. Sofrasında birilerinin bulunması, cidden mutlu ederdi insanları. Hafta sonu pikniğe mi, gidilecek? Ne yapar, ne eder, yanına mutlaka bir komşu, bir arkadaş, bir tanıdık alma isteği hissedilirdi. Şimdilerde, lokantalar yalnız yemek yiyenlerle, piknik alanları küçük aile bireylerinin eğlenceleriyle dolu.
Tabi bu, yeni oluşum toplumunun ve bireysellerin bir kabahati değil. Toplumu bu hale getiren, bazen bilinçli oluşum hareketleri, bazen de bilinçsizce o yönde yetişen/yetiştirilen yeni bireylerdir.
Zaten toplum olarak mutsuzluğumuzun ve ciddi anlamdaki başarısızlığımızın ana nedenlerinden birisi de, paylaşımdan uzak oluşumuz değil midir? Dünyada birçok başarılı bilim adamlarımız var, her biri kendi dalında başarılı ve amaçlarına ulaşmışlar. Peki, neden toplumcu değiller, hiç düşündünüz mü? Bunlar, neden bir araya gelerek, ülke için, toplum için bir çalışma içine girmezler? Bunun da belki birçok nedeni vardır ama bana göre, bencilliklerinden bu hareketi yapmazlar, yapamazlar!
Siyasileri düşünün şimdi de, hepsi bencilce hareket ederler, bencillik ve bireysellik yüzünden sahip oldukları iktidarları, koltuklarını kaybederler ama bencil düşüncelerinden asla arınamazlar. Başta sahip oldukları “paylaşımcı” düşüncelerini kaybettikleri için, sonları sessiz bir hiç olmaktan asla öteye geçemez.
Yine de hala “hayat paylaşınca güzel” diye düşünen bireylerin olması veya bulunması, insanı mutlu etmiyor değil. Reklam filmlerinde olsa da, hayatı paylaşıyoruz! Bu paylaştığımız hayattan keyifte alıyoruz.
Ne mutlu “hayatı paylaşıyoruz” diyenlere!
Ozan Muhammet CANDAN
Paylaşımların, uzun zaman önce birileri tarafından, içimizden çekip aldıkları bir “ruh” olduğunu düşünüyorum. Yanılıyor muyum? Gerçekten her şeyden uzaklaşıp bir düşünün. Düşünün, en son neyinizi, birisiyle paylaştığınızı. Paylaşsanız bile, bir hesap içinde olmadan, bunu yaptığınızı hatırlaya bildiniz mi? Dürüst olun, korkmayın, bu aramızda kalacak.
Paylaşma olgusu daha ikili, üçlü yaşlarda aşılanır toplumumuzda. Daha o yaşlarda ebeveynler tarafından paylaşmanın güzel yanları öğretilir. Ebeveynler tarafından öğretilen bu duyguyu, okul sıralarında kaybederiz!
Bencilliğin iyi bir şey olmadığını biliriz hepimiz, biliriz ama ne kadar uyguluyoruz? Toplumumuzda son zamanların en popüler durumu, bencillik ve vurdumduymazlık diyebiliriz aslında. Bunu yazarken en ufacık bir gocunma hissi uyanmıyor içimde. Nedeni basit, ben de bencilleştirme çalışmalarının sonunda, buna ayak uydurmuş olanlardanım beklide.
Eskileri hatırlıyorum. Birçok insan, yalnız yemek yemezdi, yalnız yemek, ayıp, günah veya çok acayip bir şey gibi algılanırdı. Sofrasında birilerinin bulunması, cidden mutlu ederdi insanları. Hafta sonu pikniğe mi, gidilecek? Ne yapar, ne eder, yanına mutlaka bir komşu, bir arkadaş, bir tanıdık alma isteği hissedilirdi. Şimdilerde, lokantalar yalnız yemek yiyenlerle, piknik alanları küçük aile bireylerinin eğlenceleriyle dolu.
Tabi bu, yeni oluşum toplumunun ve bireysellerin bir kabahati değil. Toplumu bu hale getiren, bazen bilinçli oluşum hareketleri, bazen de bilinçsizce o yönde yetişen/yetiştirilen yeni bireylerdir.
Zaten toplum olarak mutsuzluğumuzun ve ciddi anlamdaki başarısızlığımızın ana nedenlerinden birisi de, paylaşımdan uzak oluşumuz değil midir? Dünyada birçok başarılı bilim adamlarımız var, her biri kendi dalında başarılı ve amaçlarına ulaşmışlar. Peki, neden toplumcu değiller, hiç düşündünüz mü? Bunlar, neden bir araya gelerek, ülke için, toplum için bir çalışma içine girmezler? Bunun da belki birçok nedeni vardır ama bana göre, bencilliklerinden bu hareketi yapmazlar, yapamazlar!
Siyasileri düşünün şimdi de, hepsi bencilce hareket ederler, bencillik ve bireysellik yüzünden sahip oldukları iktidarları, koltuklarını kaybederler ama bencil düşüncelerinden asla arınamazlar. Başta sahip oldukları “paylaşımcı” düşüncelerini kaybettikleri için, sonları sessiz bir hiç olmaktan asla öteye geçemez.
Yine de hala “hayat paylaşınca güzel” diye düşünen bireylerin olması veya bulunması, insanı mutlu etmiyor değil. Reklam filmlerinde olsa da, hayatı paylaşıyoruz! Bu paylaştığımız hayattan keyifte alıyoruz.
Ne mutlu “hayatı paylaşıyoruz” diyenlere!
Ozan Muhammet CANDAN
20 Kasım 2011 Pazar
Kendimi geceye vurduğum bir zamandı...
Kendimi geceye vurduğum bir zamandı...
Yorum: Ozan Muhammet CANDAN
14 Kasım 2011 Pazartesi
12 Kasım 2011 Cumartesi
11 Kasım 2011 Cuma
On yedi...
Kayıt pek olmadı ama :)
On Yedi
Olur da, bir gün gelirsen,
Hala aynı şehirdeyim!
İstasyondan,
On yedi numaralı otobüse binecek,
Eski dostlar durağında ineceksin…
İnce kapıdan, aşağı doğru yürüyecek,
Sağdan ilk sokağa sapacaksın,
Sol köşedeki ahşap duvarda,
Karanfilli sokak yazar,
Beton yoldan ilerle,
Sonra, sağa çevir başını,
Pencerelerden sarkan sardunyalar,
Ve mis gibi kokuları karşılayacak seni,
Orada öylece durakla,
Geçmişe dalacaksın…
Yıllar öncesine…
...merhaba de…
Belki gençliğin gelecek aklına,
Belki sarı saçlarım,
Belki de mavi gözlerim!
Şimdi ilerle biraz daha,
Sağ yanında,
Bir tahta kapı göreceksin,
Sarı renkli, boyası eskimiş!
Üzerinde on yedi yazıyor…
Mavisi biraz silinmiş!
Hafiften, bir de müzik sesi gelirse kulağına,
Doğru zamanlama demektir,
Gir oradan içeriye, çekinme!
Geçse de aradan, on yedi yıl,
Seni orada, öylece bekliyor olacağım…
Ozan Muhammet CANDAN
10 Kasım 2011 Perşembe
En çok sen sevmiştin beni!
Kalemimi ajandanın arasına bıraktım. Gün doğmak üzereydi.
İçimdeki karanlıkları aydınlatmayacak olan bir güneş değil miydi, doğması
beklenen! Doğsa ne olur, doğmasa ne? Radyoda onun yöresinden bir türkü
fısıldarken kulağıma, onun sesini de anımsıyorum arada bir. Delilik ile akıllık
arasında bir çizgide olan aklıma şaşıyorum! Anlaşılır gibi değil!
Nereden dönüp dolaşıp geldim aynı noktaya ve demir attım yine
anlamıyorum. Ne zaman uzaklaşmak
istediysem, başaramadım! Yazıklar olsun bana! Kendini aşağılayan insanlardan
nefret ederken, kendisine en aşağılık biçimde davrananlardan olmuşum. Hiç
farkında değilim! Koridorda adımlarken, yine karşılaştık, suratına okkalıca bir
yumruk atasım geldi! Son zamanlarda ifrit oluyorum aynada gördüğüm bana!
Alttan alacağımı düşündüğüm, tüm kötü düşüncelerimi rafa
kaldırıp, masamın başına geçtim yeniden. Yazmayı hayal ettiğim en güzel yazımın
satırlarına yoğunlaşmaya çalışırken, tüm bunları düşünmenin bir anlamı yoktu!
Kesik öksürüklerimden birisi takıldığında özeğime, hayatın
aslında, ne kadar da yaşanılası bir yanı olduğunu anlıyor insan. Bunu da
öğrendim! Elim gayri ihtiyari çerez tabağıma uzandı. İçindeki
fıstıkların kabuklarını değil, geçmişten gelen hatalarımı ayıkladığımı fark
ettim. Şu çerezlerin kabuğu kadar, kolay ayıklansaydı hatalarım, ne vardı?
Düzeltmek istediğim yanlışlarımın üstüne, yenilerini eklemek iyice çıldırtıyor
beni! Hani bırakacaktım şu sigara denen illeti! Yakmışım, yine farkında olmadan!
Dumanı sanki midemin içine gidiyor gibi. Herkesin ciğerine giderken, benim
midemde mi, dolaşıyor acaba!
Mide bulantıma, baş ağrısı da eklenince, işkencenin en
alasını yaşamaya başladım. Şeytan diyor…’neyse, boş ver şeytanı şimdi, diyorum!
İnsan kaybetmeye bir alıştırdı mı, kendisini, sonu gelmez
mi, kaybetmelerin? Yani herkes böyle mi, düşünüyor? İstanbul sokaklarını
dolaştığım bir gece geldi aklıma! İçimdekileri çıkartabilmek için gezmedik
sokak bırakmamıştık! Ne geceydi! Aklıma daha birçok şey geliyor aslında.
Çocukluğumda hayal ettiklerimi bile düşünüyorum bu günlerde. Düşündüklerinin
birçoğunu yapamamış olduğumu fark ettiğimde, basıyorum en ağır küfürleri! Küfürbazda
mı, olamadım! Oldum anasını satayım!
Oysa hep gülümseyen bir çocuktum ve gülümseyen hayaller
kurmuştum! Ah Nihal Hoca, bunlar benim değil, aslında senin hataların! Sen
öğrettin bana, gülümsemeyi! Her sabah gülümseyerek okşamasaydın saçlarımı,
sormasaydın hatırımı, sever miydim, gülümsemeyi! Sırf senin hatırın için
okumadım mı, hiç sevmediğim romanları! Sen istedin diye, yazmadım mı, ilk
mektubumu! Bana bu kadar kötülük yapacak ne vardı?
Şimdi kıytırıktan yazılar yazmakla tükeniyor günlerim ve
gecelerim! Ne yazdıklarımı okuyanlar var, ne de kitaplarım sıralı raflarda!
Oysa, sen çok güzel yazıyorsun, aferin demiştin bana! Ya sen kandırdın beni, ya ben
kandırdım kendimi!
Şimdi hep seni arıyor gözlerim. Saçlarım ellerinin şefkatini özlediler! Verdiğin kurşun kalemi hala saklıyorum ve inanmayacaksın belki, ne zaman birisi "seni seviyorum" dese, ben hep seni hatırlıyorum!
Bir tek sen sevmiştin beni! En çok sen sevmiştin!
Ozan Muhammet CANDAN
Şimdi hep seni arıyor gözlerim. Saçlarım ellerinin şefkatini özlediler! Verdiğin kurşun kalemi hala saklıyorum ve inanmayacaksın belki, ne zaman birisi "seni seviyorum" dese, ben hep seni hatırlıyorum!
Bir tek sen sevmiştin beni! En çok sen sevmiştin!
Ozan Muhammet CANDAN
9 Kasım 2011 Çarşamba
Deli sevdam...
Deli sevdam...
Gözlerin, yaşamak
kadar derin,
Gözlerin, kılıç
gibi keskin…
Sakın isteme
benden!
Uzağımda kalamazsın!
Uzağımda kalamazsın!
Uyuyamam, yok, yok, alışamam!
Dokunmayınca saçların yüzüme!
Kâbus olur gecelerim,
Sensiz
yaşayamam!
Çevirince
başımı, yüzünü görmeliyim,
Sol yanımda olmasan da, varlığını bilmeliyim!
Sol yanımda olmasan da, varlığını bilmeliyim!
Ortalıkta teninin
kokusu dolaşmalı!
Sevdiğin kıyafetler, gar dolabında olmalı!
Sevdiğin kıyafetler, gar dolabında olmalı!
Sesini
işitmeliyim,
Şarkıların
kulağıma ulaşmalı!
Her sabah, erkenden uyanmalı,
Her sabah, erkenden uyanmalı,
İçtiğin
kahveden yudumlamalıyım!
Ne zaman geç
kalsam,
Asılmalı suratın, gerginleşmeli kaşların!
Tavır almalısın önce,
Bir öpücükle, yumuşamalısın sonra!
Bana sevgini anlamalıyım,
Asılmalı suratın, gerginleşmeli kaşların!
Tavır almalısın önce,
Bir öpücükle, yumuşamalısın sonra!
Bana sevgini anlamalıyım,
En kızgın
anlarında,
En
olmazlarında!
En çıkmazlarında!
Biliyorum, biliyorum!
Sen aşkın, bu güne kadar, yazılmamış yanısın,
Hiç anlatılmamış tarafısın!
Dokununca kırılmayan,
Sevmekten usanmayan,
Sevilmekten bıkmayanısın!
En çıkmazlarında!
Biliyorum, biliyorum!
Sen aşkın, bu güne kadar, yazılmamış yanısın,
Hiç anlatılmamış tarafısın!
Dokununca kırılmayan,
Sevmekten usanmayan,
Sevilmekten bıkmayanısın!
Sen sevdanın en
son hali,
Sen…
Sen…
Sen var ya
sen…
Aklımı baştan alan,
Aklımı baştan alan,
Deli
sevdamsın!
Deli sevdam…
Şiir & Yorum
Ozan Muhammet CANDAN
Şiir & Yorum
Ozan Muhammet CANDAN
8 Kasım 2011 Salı
Beni yazın...
Nerede bir ayrılık olsa,
Nerede bir yalnızlık
Ve nerede bir hüzün,
Oraya beni yazın!
Çıkmaz sokakların tam ortasına
Sahipsiz kalan duygulara,
Anlamını yitirmiş aşklara…
Beniz yazın!
Beni yazın sonbaharlara,
Beni yazın zemheriye, kara kışa!
Beni yazın, unutulanlara,
Beni yazın, yüreğinde inadına, sevda avutanlara!
Beni yazın ki,
Anlaşılsın aşkın kıymeti!
Beni yazın ki,
Kopsun sevdanın kıyameti!
Beni yazın ki,
Bitsin bu aşkın serüveni!
Ozan Muhammet CANDAN
Bitirmeliyiz!
Sensizlik üstüne yazıldı satırlarım,
İçinde yalnızlığım ve ayrılıklar…
Aramak aklıma gelse de,
Elim varmadı telefona…
Elim varmadı telefona…
Belki de aramalıydım!
Duyurmalıydım isyanımı, sonuna kadar,
Varmalıydım bu işin en ucuna!
Yakmalıydım işte, gemileri!
Olmadı!
Yapamadım yine, Allah kahretsin!
Söyleyemedim, ne kendime, ne de sana,
Artık bitsin, yazık değil mi, aşka?
Günah değil mi, yalnızlığa?
Hakkını vermeliyiz,
Ayrılıkların!
Geceler kadar derin,
Kışlar gibi serin olmalı!
Fırtınalar kadar deli,
Çöller gibi ıssız!
Ölüm gibi…
Acımasız!
Bitirmeliyiz!
Dün gibi!
Gün gibi…
Bitirmeliyiz!
Duyurmalıydım isyanımı, sonuna kadar,
Varmalıydım bu işin en ucuna!
Yakmalıydım işte, gemileri!
Olmadı!
Yapamadım yine, Allah kahretsin!
Söyleyemedim, ne kendime, ne de sana,
Artık bitsin, yazık değil mi, aşka?
Günah değil mi, yalnızlığa?
Hakkını vermeliyiz,
Ayrılıkların!
Geceler kadar derin,
Kışlar gibi serin olmalı!
Fırtınalar kadar deli,
Çöller gibi ıssız!
Ölüm gibi…
Acımasız!
Bitirmeliyiz!
Dün gibi!
Gün gibi…
Bitirmeliyiz!
Ozan Muhammet CANDAN
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Özgürlük
Önce kocaman bir yürek taşıyacak Sonra uğrunda savaşacaksın, Sende yoksa o yürek Boşuna sesini yükseltip bağırmayacaksın! Bu yol bildiğin ...

-
Biz, pazar yerlerine hava karardığında giderdik çocukluğumuzda, ben pazarların akşamları kurulduğunu sanırım, çocukluk işte... Annem usulc...
-
Beyaz martıyı beklerken, siyah kargayla dertleşmekten sakınmam... Hepimiz yaşarız bazen bu tür duyguları, şöyle deniz kenarına ineyim, ma...