Çok mu meraklıyım bu düzene küfür etmeye,
Asla...
Fakat,
Küfür etmezsem, mutlu olacağını sanma..!
6 Eylül 2016 Salı
Nereden çıktın?
Nereden çıktın durup dururken karşıma?
Bak hortladı acılarım sayende, yıllar sonra...
Bilmedim o an sana, ne diyeceğimi..!
Sıraladım, içimden aklıma gelen, tüm küfürleri...
Bak hortladı acılarım sayende, yıllar sonra...
Bilmedim o an sana, ne diyeceğimi..!
Sıraladım, içimden aklıma gelen, tüm küfürleri...
Alıştım Sensizliğe
Aranmıyor ve sorulmuyorsam,
Bunun adı, ayrılık değil...
Hala alev alev yanıyorsam, seni seviyorumdur böyle bil..!
Sahiden sevseydin, böyle sessiz kalmazdın,
Aşk olsaydı yüreğinde, beni sensiz koymazdın...
Sakın aldatmasın seni, gözümden düşen yaşlar,
Benim, senden kopuşum, işte bununla başlar,
Avuçlarımda şimdi yüreğim,
Söktüm aldım içimden,
Ayıkladım içinden seni,
Kalmadı hiç bir şeyin,
Geceleri yakaladım sonra,
Soğukla kucaklaştım,
Acılarla boğuşup, yokluğunla savaştım,
Sorgulama sakın beni, sensizliği çoktan aştım,
Kan kusarak yazdım, olmadığın dakikaları,
Her attığım voltada, bil ki seni yakaladım,
Yırtıp attım yazdıklarını, yırtıp attım resimlerini,
Sildim bütün izini, ayrılığı imzaladım,
Dönme sakın geçmişe,
Çoktan unuttum seni,
Alıştım sensizliğe, alıştım..!
Bunun adı, ayrılık değil...
Hala alev alev yanıyorsam, seni seviyorumdur böyle bil..!
Sahiden sevseydin, böyle sessiz kalmazdın,
Aşk olsaydı yüreğinde, beni sensiz koymazdın...
Sakın aldatmasın seni, gözümden düşen yaşlar,
Benim, senden kopuşum, işte bununla başlar,
Avuçlarımda şimdi yüreğim,
Söktüm aldım içimden,
Ayıkladım içinden seni,
Kalmadı hiç bir şeyin,
Geceleri yakaladım sonra,
Soğukla kucaklaştım,
Acılarla boğuşup, yokluğunla savaştım,
Sorgulama sakın beni, sensizliği çoktan aştım,
Kan kusarak yazdım, olmadığın dakikaları,
Her attığım voltada, bil ki seni yakaladım,
Yırtıp attım yazdıklarını, yırtıp attım resimlerini,
Sildim bütün izini, ayrılığı imzaladım,
Dönme sakın geçmişe,
Çoktan unuttum seni,
Alıştım sensizliğe, alıştım..!
Serbest Düşünce Alanı
Her gün nasıl bir hayat yaşadığını sorgulamak yerine, bize nasıl bir hayat verildiğini incelesek, daha yerinde olacak kanısındayım...
Hepimizin hayatıyla ilgili şikayetleri vardır ve bunun bir sonu gelmez, sürekli sorgularız, ölçeriz, biçeriz, tartarız, sanki elimizde hayatımızı veya yaşadıklarımızı değiştirebilecek bir güç varmış gibi...
Sonuçta nereye varırız, kocaman bir boşluk, uzun ve dolambaçlı yollar arasında savrulur durur düşüncelerimiz. Düşünce deyince, çok da düşünmemek lazım derim sürekli kendime ama düşünmekten de geri kalmam her nedense...
Çoğumuzun ortak yönü budur sanırım, düşünmek...
Düşünmek iyidir, hoştur ama bir o kadar da boşluktur, bunu da iyi bilmek ve bellemek gerek... Adımızı nasıl biliyorsak, bunu da mıhlayalım beynimize, mıhlayalım ki unutmayalım. Çok düşünen gördüm, sonunda bir yere varamayan, varamadığı gibi, akıl oyunları içinde yok olup gidiveren.
Bazılarına göre kadercilik demektir, belki şu an yazacaklarım, evet, bir kaderciyim, en azından zorlamıyorum gemiyi, akıntının tersine doğru yüzdürmek için...
Denemedim mi, çok denedim ama gördüm ki, her seferinde olmayacak işlerle boğuşup duruyorum, bıraktım akıntıya kendimi daha bir keyifli oldu hayat, en azından tersine çevirmeye çalışmaktan daha az yorucu olduğu kesin...
Hepimizin hayatıyla ilgili şikayetleri vardır ve bunun bir sonu gelmez, sürekli sorgularız, ölçeriz, biçeriz, tartarız, sanki elimizde hayatımızı veya yaşadıklarımızı değiştirebilecek bir güç varmış gibi...
Sonuçta nereye varırız, kocaman bir boşluk, uzun ve dolambaçlı yollar arasında savrulur durur düşüncelerimiz. Düşünce deyince, çok da düşünmemek lazım derim sürekli kendime ama düşünmekten de geri kalmam her nedense...
Çoğumuzun ortak yönü budur sanırım, düşünmek...
Düşünmek iyidir, hoştur ama bir o kadar da boşluktur, bunu da iyi bilmek ve bellemek gerek... Adımızı nasıl biliyorsak, bunu da mıhlayalım beynimize, mıhlayalım ki unutmayalım. Çok düşünen gördüm, sonunda bir yere varamayan, varamadığı gibi, akıl oyunları içinde yok olup gidiveren.
Bazılarına göre kadercilik demektir, belki şu an yazacaklarım, evet, bir kaderciyim, en azından zorlamıyorum gemiyi, akıntının tersine doğru yüzdürmek için...
Denemedim mi, çok denedim ama gördüm ki, her seferinde olmayacak işlerle boğuşup duruyorum, bıraktım akıntıya kendimi daha bir keyifli oldu hayat, en azından tersine çevirmeye çalışmaktan daha az yorucu olduğu kesin...
5 Eylül 2016 Pazartesi
Düzen
Düzen, düzen dediniz, düz'dünüz her canlıyı...Buna rağmen;
Düzencileri,"düzülenler" korur ve kollar..!
Her şekilde size çıkar, tüm yollar..!
Ne geçti elinize veya geçecek, soruyorum?
Bir kaçınızın değil,
Hepinizin, gelmişine, geçmişine küfrediyorum..!
Alın, sizin olsun bu düzen,
Adam değildir, ömründe bir kere bile, bu düzene küfretmeyen..!
Düzencileri,"düzülenler" korur ve kollar..!
Her şekilde size çıkar, tüm yollar..!
Ne geçti elinize veya geçecek, soruyorum?
Bir kaçınızın değil,
Hepinizin, gelmişine, geçmişine küfrediyorum..!
Alın, sizin olsun bu düzen,
Adam değildir, ömründe bir kere bile, bu düzene küfretmeyen..!
31 Ağustos 2016 Çarşamba
Hepimiz hayal ürünüyüz
Hayatın bizlere getirdikleri kadar getirmedikleri de vardır elbet. Bizler, gelenleri değerlendirmeye tabi tutarken, gelmeyenleri hiç hesaba katmayız. Aslında önümüze gelenler kadar, gelmeyenlere de kısaca "hayallerimiz" diyebiliriz.
Her insanın hayalleri vardır, benim, senin, oradakilerin...
Peki hayallerin sınırı var mıdır, olmalı mıdır? Hayal kurarken, bize bu hayallerin neler getireceğini veya neler götüreceğini hesaplıyor muyuz?
Bu soruların yanıtlarını bulmaya çalışalım...
Hayaller biz insanlara özgü, Yaradan tarafından bahşedilmiş muazzam bir özellik. Elbette, bizleri bir yaradan var diyerek, inananlara dır bu satırlarım. Şayet öyle bir inancınız yok ise, bu yazıyı da okumanıza gerek yok boşuna yormayınız kendinizi...
Çocukluğumuzu hatırlarız bazen, nasıl hayaller kurardık kim bilir, çeşidi bol, sınırı olmayan, sonu gelmeyen.
Çocuklukta kurulan hayallerin kaçını gerçekleştirebildik acaba? Gerçekleştirdiklerimiz bizlere neler getirdi veya neler götürdü...
Ben çocuklukta kurduğu hayallerin, birçoğunu gerçekleştiremeyen birisi olarak, kurduğum hayallerden hiç pişmanlık duymadım. Her ne kadar gerçekleştirememiş olsam da, güzeldi, eğlenceliydi ve mutluluk vericiydi.
Ne zaman hayal kursam hep benim hoşuma giden şeylerle birlikteydim, ilgili olduğum konulardı beynimin hücrelerinde dolaşanlar. Belki de burçlarla ilgilidir hayal kurmak ve hayallerine ulaşmaya çalışmak, bir kaç burç yazısında okumuştum bu tür şeyleri...
Şimdi sizlere burçlardan ve özelliklerinden bahsedecek değilim merak etmeyin. Yazımızın üst taraflarında da bahsettiğim hayallerimden bahsedeceğim...
En büyük hayallerimden birisi asker olmaktı. Kim sorarsa, hemen cevabı yapıştırıyordum "asker olacağım" diyordum. Ortaokul sıralarında az hayal kurmadım askeri liseler için, sonra baktım ki, orada da bir çok olmadık kurallar, ayrımcılıklar almış başını gidiyor, ne yaparsan olmaz cinsinden, vazgeçtim...
Sonraki yıllarda ikinci kez karşıma çıktı asker olma şansı, asker olduğumda anladım ki, askerlik hiç bana göre bir şey değilmiş, bunu anladığım zaman bile çocukluk hayallerim ne kadar da berbatmış demedim kendime...
Daha önceki hayallerimden birisi de futbolcu olmaktı. Bunun peşinden de çok koştum diyebilirim. Kar, yağmur, çamur demedim, her türlü zorluğa göğüs germeye çalıştım, o günlerin hatırası ayak varislerimi hala gururla taşıyorum bileklerimde...
Sonra gördüm ki, o dandik alt yapılarda, amatör kümelerde bile, bir çok haksız rekabet, kayırmaca ve kirli bir dünya var, bu konuda başarılı olmama rağmen, o hayalimi de kaldırıp koydum işe yaramaz hayallerimin bulunduğu heybeye...
Heybem doldu ilerleyen yıllarda, bazen taşımak zahmetli olmaya bile başladı, neyse ki gerçekleştirdiğim bazı hayallerim dengeledi ağırlığı...
Konuyu birazcık toparlasak iyi olacak. Kurduğumuz hayallerin kimisi gerçekleşiyor, kimisi gerçekleşmiyor ama şu bir gerçek ki, gerçekleşenler bizi çok mu mutlu ediyor, bunun cevabını net bir şekilde verebiliyor muyuz, budur önemli olan...
Ben gerçekleşen hayallerime baktığım zaman, hayallerimin beni çok da mutlu ettiğini söyleyemem. Buradan da şu sonuca ulaşabiliriz, evet insan bir yerlere ulaşmak, amaçlarını gerçekleştirmek için hayal kurmalı, içinde hayallerini yaşatan bir duygu olmalı ama buna hırsı karıştırmamalıyız..!
Bunu size bir atasözümüzle açıklamak istiyorum "pişmiş aşa, su katılmaz" işte bu söz, hayallerine "hırsı" karıştıranlara iyi bir nasihat olacaktır...
Hayal kurmak güzel, gerçekleştirmek ve o hayalin size uyup, uymadığını görmek, yaşamak, deneyimlemek güzel ama o hayallerimizin içine hırsı karıştırmak son derece tehlikeli ve bir o kadar da gereksiz..!
Hayal kurmayın demiyorum, hepimiz sonuçta birer hayal ürünüyüz. Bunun farkında mısınız?
Hepimizin annesi babası, bizleri önce hayal ettiler, sonra sahip oldular, yani bizleri dünyaya getirerek hayallerini gerçekleştirmiş oldular. Peki bizler, evlatlar olarak acaba onların hayal ettikleri gibi miyiz, bunu da sorgulamamız gerekiyor...
Özetlemek gerekirse, hayal ettiğimiz her şey gibi, bizler de birer hayal ürünüyüz ve gerçekleştik, yukarıda benim gerçekleştirdiğim hayallerim gibi, hayal kırıklığı mı yaşatıyoruz birilerine, yoksa mutluluk duygusu mu yaşatıyoruz, önemli olan budur...
Hayal kuralım, kurmayalım diyecek kadar kayışı sıyırmadım henüz, dikkat ederseniz, yeryüzünde bir şeylere sahip olan tüm insanlar hayal ettikleri için kavuştular bulundukları mevkilere, yaşamlara...
Madem hayal kuracaksınız, iyi hayaller kurun, iyi hayallere ulaşın, hayallerinizin içine hırsı asla karıştırmayın, olmadık şeyleri hayal ederek, hayal kırıklıkları yaşamayın ve yaşatmayın...
Hayalleriniz bol olsun...
Her insanın hayalleri vardır, benim, senin, oradakilerin...
Peki hayallerin sınırı var mıdır, olmalı mıdır? Hayal kurarken, bize bu hayallerin neler getireceğini veya neler götüreceğini hesaplıyor muyuz?
Bu soruların yanıtlarını bulmaya çalışalım...
Hayaller biz insanlara özgü, Yaradan tarafından bahşedilmiş muazzam bir özellik. Elbette, bizleri bir yaradan var diyerek, inananlara dır bu satırlarım. Şayet öyle bir inancınız yok ise, bu yazıyı da okumanıza gerek yok boşuna yormayınız kendinizi...
Çocukluğumuzu hatırlarız bazen, nasıl hayaller kurardık kim bilir, çeşidi bol, sınırı olmayan, sonu gelmeyen.
Çocuklukta kurulan hayallerin kaçını gerçekleştirebildik acaba? Gerçekleştirdiklerimiz bizlere neler getirdi veya neler götürdü...
Ben çocuklukta kurduğu hayallerin, birçoğunu gerçekleştiremeyen birisi olarak, kurduğum hayallerden hiç pişmanlık duymadım. Her ne kadar gerçekleştirememiş olsam da, güzeldi, eğlenceliydi ve mutluluk vericiydi.
Ne zaman hayal kursam hep benim hoşuma giden şeylerle birlikteydim, ilgili olduğum konulardı beynimin hücrelerinde dolaşanlar. Belki de burçlarla ilgilidir hayal kurmak ve hayallerine ulaşmaya çalışmak, bir kaç burç yazısında okumuştum bu tür şeyleri...
Şimdi sizlere burçlardan ve özelliklerinden bahsedecek değilim merak etmeyin. Yazımızın üst taraflarında da bahsettiğim hayallerimden bahsedeceğim...
En büyük hayallerimden birisi asker olmaktı. Kim sorarsa, hemen cevabı yapıştırıyordum "asker olacağım" diyordum. Ortaokul sıralarında az hayal kurmadım askeri liseler için, sonra baktım ki, orada da bir çok olmadık kurallar, ayrımcılıklar almış başını gidiyor, ne yaparsan olmaz cinsinden, vazgeçtim...
Sonraki yıllarda ikinci kez karşıma çıktı asker olma şansı, asker olduğumda anladım ki, askerlik hiç bana göre bir şey değilmiş, bunu anladığım zaman bile çocukluk hayallerim ne kadar da berbatmış demedim kendime...
Daha önceki hayallerimden birisi de futbolcu olmaktı. Bunun peşinden de çok koştum diyebilirim. Kar, yağmur, çamur demedim, her türlü zorluğa göğüs germeye çalıştım, o günlerin hatırası ayak varislerimi hala gururla taşıyorum bileklerimde...
Sonra gördüm ki, o dandik alt yapılarda, amatör kümelerde bile, bir çok haksız rekabet, kayırmaca ve kirli bir dünya var, bu konuda başarılı olmama rağmen, o hayalimi de kaldırıp koydum işe yaramaz hayallerimin bulunduğu heybeye...
Heybem doldu ilerleyen yıllarda, bazen taşımak zahmetli olmaya bile başladı, neyse ki gerçekleştirdiğim bazı hayallerim dengeledi ağırlığı...
Konuyu birazcık toparlasak iyi olacak. Kurduğumuz hayallerin kimisi gerçekleşiyor, kimisi gerçekleşmiyor ama şu bir gerçek ki, gerçekleşenler bizi çok mu mutlu ediyor, bunun cevabını net bir şekilde verebiliyor muyuz, budur önemli olan...
Ben gerçekleşen hayallerime baktığım zaman, hayallerimin beni çok da mutlu ettiğini söyleyemem. Buradan da şu sonuca ulaşabiliriz, evet insan bir yerlere ulaşmak, amaçlarını gerçekleştirmek için hayal kurmalı, içinde hayallerini yaşatan bir duygu olmalı ama buna hırsı karıştırmamalıyız..!
Bunu size bir atasözümüzle açıklamak istiyorum "pişmiş aşa, su katılmaz" işte bu söz, hayallerine "hırsı" karıştıranlara iyi bir nasihat olacaktır...
Hayal kurmak güzel, gerçekleştirmek ve o hayalin size uyup, uymadığını görmek, yaşamak, deneyimlemek güzel ama o hayallerimizin içine hırsı karıştırmak son derece tehlikeli ve bir o kadar da gereksiz..!
Hayal kurmayın demiyorum, hepimiz sonuçta birer hayal ürünüyüz. Bunun farkında mısınız?
Hepimizin annesi babası, bizleri önce hayal ettiler, sonra sahip oldular, yani bizleri dünyaya getirerek hayallerini gerçekleştirmiş oldular. Peki bizler, evlatlar olarak acaba onların hayal ettikleri gibi miyiz, bunu da sorgulamamız gerekiyor...
Özetlemek gerekirse, hayal ettiğimiz her şey gibi, bizler de birer hayal ürünüyüz ve gerçekleştik, yukarıda benim gerçekleştirdiğim hayallerim gibi, hayal kırıklığı mı yaşatıyoruz birilerine, yoksa mutluluk duygusu mu yaşatıyoruz, önemli olan budur...
Hayal kuralım, kurmayalım diyecek kadar kayışı sıyırmadım henüz, dikkat ederseniz, yeryüzünde bir şeylere sahip olan tüm insanlar hayal ettikleri için kavuştular bulundukları mevkilere, yaşamlara...
Madem hayal kuracaksınız, iyi hayaller kurun, iyi hayallere ulaşın, hayallerinizin içine hırsı asla karıştırmayın, olmadık şeyleri hayal ederek, hayal kırıklıkları yaşamayın ve yaşatmayın...
Hayalleriniz bol olsun...
14 Şubat 2014 Cuma
ETKİLEŞİM / 2
Etkileşimi iyi anlamak için iletişim süreçlerini, şekillerini ve yollarını iyi bilmemiz gerekir…
İletişimin olduğu her yerde etkileşim de var demektir. Birileriyle göz göze geldiğinizde veya varlığını hissettiğimizde, etkileşimde dolaylı yoldan başlamış demektir.
Kişilerle yapacağımız iletişimleri, sesli ve sessiz olanlar diye ikiye ayırabiliriz…
Şu durumda, sesli iletişim ve sessiz iletişim olarak iki madde halinde etkileşim sürecimizi değerlendirebiliriz.
Sesli iletişim, adından da anlaşılacağı üzere, konuşma yoluyla, yani duyusal olarak gerçekleşir. Birisiyle sesli iletişim kurabilmemiz için, sizin veya karşı tarafın konuşması ve sizin veya onun sözel olarak duyması gerekir.
Küçük bir örnek vermemiz gerekirse, birisiyle bir durakta karşılaştığınız zaman, öncelikle sessiz bir iletişim içerisinde olursunuz, çünkü göz teması gerçekleşmiştir. O kişinin veya sizin bir soru sormasıyla, sesli iletişim kurmuş oluruz.
Bu sorunun ve cevabın sonrasında yapılacak sohbet veya konuşmalar sürecinde ise etkileşim devreye girecektir. Etkileşim sürecinde, samimiyet veya samimiyetsizlik vardır. Samimi bir etkileşim oluşursa, sohbet devam edecektir, samimiyetsizlik varsa, kısa cevaplarla konuyu kapatmaya veya sohbeti sonlandırmaya çalışırız…
Bu süreç içerisinde yapılacak, el kol, göz hareketleri ve kelimeler her biri, birer mesaj içerir bu mesajlar etkileşim sürecini ilerletir veya geriletir.
Bu demek oluyor ki, hareketlilik veya hareketsizlik de bir etkileşim unsurudur…
Konuşmanın varlığı veya yokluğunun iletişimi, dolayısıyla etkileşimi engellemediğini, göz temasının biz insanlar için yeterli olduğunu artık biliyoruz…
Buna küçük bir örnek vermek gerekirse, sahile gittiğimizde, güneşlenen insanlarla karşılaşırız. Bunların arasında kendimize bir yer buluruz ve yerleşiriz, eğer yanımızda güneşlenmekte olan kişiyle göz göze geldiysek iletişim ve etkileşim sürecimiz başlamış demektir…
O kişiye sırtımızı dönerek yatarsak veya göz temasımızın olmayacağı şekilde bir pozisyon alırsak bu durum “şu an seninle konuşmak istemiyorum” demektir.
İki kişinin birbirini fark etmesiyle iletişim başlar ve bundan sonrası etkileşim sürecine doğru ilerler. Yakınımızda olan birisiyle konuşma yapmamak da bir mesajdır ve karşı tarafa ileti demektir…
İletişimde ve etkileşimde ses tonu, beden duruşu, mimiklerimiz ve tüm hareketlerimiz bizler için önemlidir. Sessiz bir şekilde insanlarla iletişim ve etkileşim sürecine girebiliriz. Bir kişiyi isteyip istemediğimizi ona hareketlerimizle anlatabiliriz.
Kısacası verilen ve gözle görülen net mesajlar kadar, karşı tarafa aktaracağımız gizli mesajlarımızda bulunmaktadır.
Örneklemek gerekirse;
Neredeydin, sorusu ile karşı tarafa bir açık mesaj veririz, bir de gizli mesaj verebiliriz. Bu sorunun soruluş şekli, mimikler, hareketler ve ses tınısı karşı tarafa verilen açık mesajlar veya gizli mesajlar iletecektir.
İletişim, sorduğumuz soru içerisinde, etkileşim soruyu sorma biçimimizde saklıdır. Kısa bir şekilde, iletişim, etkileşim ve mesaj verme biçimlerini sanırım daha iyi anlamaya başladık, bundan sonra yazacağımız makalemizde, tüm bunları etkileyici bir biçimde nasıl kullanırız veya kullanabiliriz bunları araştıracağız…
Ozan Muhammet CANDAN
Grafikerler.org
İletişimin olduğu her yerde etkileşim de var demektir. Birileriyle göz göze geldiğinizde veya varlığını hissettiğimizde, etkileşimde dolaylı yoldan başlamış demektir.
Kişilerle yapacağımız iletişimleri, sesli ve sessiz olanlar diye ikiye ayırabiliriz…
Şu durumda, sesli iletişim ve sessiz iletişim olarak iki madde halinde etkileşim sürecimizi değerlendirebiliriz.
Sesli iletişim, adından da anlaşılacağı üzere, konuşma yoluyla, yani duyusal olarak gerçekleşir. Birisiyle sesli iletişim kurabilmemiz için, sizin veya karşı tarafın konuşması ve sizin veya onun sözel olarak duyması gerekir.
Küçük bir örnek vermemiz gerekirse, birisiyle bir durakta karşılaştığınız zaman, öncelikle sessiz bir iletişim içerisinde olursunuz, çünkü göz teması gerçekleşmiştir. O kişinin veya sizin bir soru sormasıyla, sesli iletişim kurmuş oluruz.
Bu sorunun ve cevabın sonrasında yapılacak sohbet veya konuşmalar sürecinde ise etkileşim devreye girecektir. Etkileşim sürecinde, samimiyet veya samimiyetsizlik vardır. Samimi bir etkileşim oluşursa, sohbet devam edecektir, samimiyetsizlik varsa, kısa cevaplarla konuyu kapatmaya veya sohbeti sonlandırmaya çalışırız…
Bu süreç içerisinde yapılacak, el kol, göz hareketleri ve kelimeler her biri, birer mesaj içerir bu mesajlar etkileşim sürecini ilerletir veya geriletir.
Bu demek oluyor ki, hareketlilik veya hareketsizlik de bir etkileşim unsurudur…
Konuşmanın varlığı veya yokluğunun iletişimi, dolayısıyla etkileşimi engellemediğini, göz temasının biz insanlar için yeterli olduğunu artık biliyoruz…
Buna küçük bir örnek vermek gerekirse, sahile gittiğimizde, güneşlenen insanlarla karşılaşırız. Bunların arasında kendimize bir yer buluruz ve yerleşiriz, eğer yanımızda güneşlenmekte olan kişiyle göz göze geldiysek iletişim ve etkileşim sürecimiz başlamış demektir…
O kişiye sırtımızı dönerek yatarsak veya göz temasımızın olmayacağı şekilde bir pozisyon alırsak bu durum “şu an seninle konuşmak istemiyorum” demektir.
İki kişinin birbirini fark etmesiyle iletişim başlar ve bundan sonrası etkileşim sürecine doğru ilerler. Yakınımızda olan birisiyle konuşma yapmamak da bir mesajdır ve karşı tarafa ileti demektir…
İletişimde ve etkileşimde ses tonu, beden duruşu, mimiklerimiz ve tüm hareketlerimiz bizler için önemlidir. Sessiz bir şekilde insanlarla iletişim ve etkileşim sürecine girebiliriz. Bir kişiyi isteyip istemediğimizi ona hareketlerimizle anlatabiliriz.
Kısacası verilen ve gözle görülen net mesajlar kadar, karşı tarafa aktaracağımız gizli mesajlarımızda bulunmaktadır.
Örneklemek gerekirse;
Neredeydin, sorusu ile karşı tarafa bir açık mesaj veririz, bir de gizli mesaj verebiliriz. Bu sorunun soruluş şekli, mimikler, hareketler ve ses tınısı karşı tarafa verilen açık mesajlar veya gizli mesajlar iletecektir.
İletişim, sorduğumuz soru içerisinde, etkileşim soruyu sorma biçimimizde saklıdır. Kısa bir şekilde, iletişim, etkileşim ve mesaj verme biçimlerini sanırım daha iyi anlamaya başladık, bundan sonra yazacağımız makalemizde, tüm bunları etkileyici bir biçimde nasıl kullanırız veya kullanabiliriz bunları araştıracağız…
Ozan Muhammet CANDAN
Grafikerler.org
ETKİLEŞİM
Önümüzde yerel seçimler var malumunuz üzere…
Hem sektör anlamında beni takip eden arkadaşlarımıza yardımcı olması için, hem de yerel yönetimlere talip olan arkadaşlarımıza küçük de olsa, yeni bir ufuk açmak için bu yazıyı kaleme almış bulunuyorum…
Bir projeyi halka sunarken, gerekli olan stratejileri, kelimeleri, cümleleri, profesyonel bir şekilde karşı tarafa aktarma işini ancak profesyonel insanlar yapabilir...
Biz buna kısaca "etkileşim" diyoruz...
Doğru etkileşim stratejilerini ancak profesyonel olarak bu işleri yapabilen insanlar başarabilir…
Etkileşim kelime anlamıyla, karşılıklı olarak nesnelerin veya olayların birbirinden etkilenmesini ifade eder. Bu kelime, belki çok önemli değil gibi görünür ama insan yaşamında ve özellikle siyasi yaşamda yol almak isteyenler için hayati önem taşır..!
Etkileşim konusunda yetersiz bir siyasetçi, birkaç dönem siyasi başarı yaşamış olsa bile, sonunda başarısız olduğunu kendisi de yaşar ve görür. Etkileşime ilk zamanlarında önem verenler, sonrasında ise, önemsemeyenler de hüsranı yaşamak zorunda kalırlar.
Bunun nedenini basit ve gayet anlaşılır bir şekilde ifade edelim isterseniz…
Bir işi yaparken, şayet başarıya ulaştıysanız, şans faktörü, dış etkenler, çevresel etkenler ve o an içinde bulunduğunuz durum önemlidir ama etkileşimi de iyi kurduğunuz gerçeğini kesinlikle unutmayınız.
Yani, sizin başarınızın temeli, bilerek veya bilmeyerek yaşadığınız ve yaşattığınız etkileşim kaynaklıdır…
Buna siz veya çevrenizdeki birileri neden olabilir, doğrudan sizin başarınız değil de, yanınızda bulunan birisi veya birileri olabilir.
Konumuzu biraz daha açmak gerekirse, başarıyı sadece kendinizde bulmayınız, çevrenizdekileri, olayları iyi gözlemleyiniz ve doğru analiz yapınız.
Doğru analiz yapmadığınız sürece, bu gün değilse bile, bir gün kaybetmeye mahkum olacaksınız, bunu unutmayınız…
İnsanı ve diğer kaynakların sürecini doğru algılayan ve karşılıklı olarak çift yönlü iletişimi etkileşim sürecine sokabilenler, başarıya mutlaka ulaşırlar. Bunu sürekli hale getirenler ise, başarılı yaşamaya devam ederler…
Günümüzde ve geçmişimizde yaşanmış başarıları incelediğiniz zaman, etkileşim süreçlerinin hedefe ulaşmakta ne kadar önemli olduğunu göreceksiniz. En başarılı devlet adamlarından, en çok kazanan ve başarılı olan özel sektörlere kadar “etkileşim” önemlidir ve değerini hiçbir zaman yitirmez.
Etkileşimi iyi sağlamanın yolları ve yöntemleri bellidir, belli kuralar çerçevesinde hareket edenler başarılı olurlar.
Bu kuralların çevresel, yöresel, ülkesel olarak değişkenlik gösteren maddelerini iyi analiz etmek gerekir. Bu analizler sonucunda ortaya çıkacak sonuçları değerlendirerek başarıya ulaşabilirsiniz…
Bunu nasıl yapacağınız konusunu bir başka makalemizde aktarmaya çalışacağım…
Ozan Muhammet CANDAN
Grafikerler.org
12 Ekim 2012 Cuma
Grafik Tasarımlarımızda Font Tercihi Nasıl Olmalıdır
Grafik çalışmaları birçok kesim tarafından basit ve hakir görülüyor olsa da çok zor, meşakkatli ve deneyim gerektiren çalışmalardır.
Grafik tasarımda dikkat edilmesi gereken birçok husus ve kural vardır. Bu işi yapan arkadaşlarımızın çoğu bunu bilir veya yaşayarak zamanla öğrenirler.
Bu kuralların kimisi açık ve anlaşılır şekilde olanlarıdır veya gizli kurallardır. Bu konu hakkında da bir makalemiz yakın bir zamanda sizlerle buluşacak…
Grafik tasarımı, kuralları dâhilinde yaptığımızı farz ederek, font tercihi konusuna değinmek istiyorum. Bazı arkadaşlarımızın veya birçok arkadaşımızın ortak sorunu ve en çok uğraştıkları konudur font tercihi.
Grafik tasarım konusunda, ister deneyimli olsun, isterse olmasın, kimse tek hamlede bitiremez bu işi yani bir çırpıda seçemez istediği fontu. Burada elbette ki, düz yazıların oluşturduğu bir çalışmadan bahsetmiyorum. Afiş tasarımları, kapak tasarımlar, broşür, katalog ve diğer çalışmalardan bahsediyorum. Yani fontların ve etkilerinin ön planda olduğu çalışmalardan bahsediyorum.
Grafik tasarımın bir görsel iletişim sanatı olduğunu aklımızdan hiç çıkarmayalım. Durum böyle olunca, çalışmamızı tamamlayan unsurların başında font tercihi gelecektir, çünkü en ön planda yer alan görünürlük, kullandığımız görseller kadar fontlardır aynı zamanda.
Peki, font tercihlerimizi nasıl yapmalıyız?
Her kurum, kuruluş ve işletmenin bir kişiliği/kimliği mutlaka vardır. Bunları iyi belirlemeliyiz, hedefimizde ne var, kimler var tespit etmeliyiz. Ayrıca, işletme ve kuruluşların yaptıkları işler kadar, hitap ettiği kesim de önemlidir, bunu da aklımızda bulundurmakta fayda var.
Tüm bunlar önemli elbette ama daha önemli noktalar da olduğunu hatırlatmak isterim.
Nedir bunlar?
Keskin hatlar, siyah, lacivert dediğimde aklınıza ne gelir? Sert bir duruş, kuralcı ve bu kurallar içinde hareket edilmesi gerektiğini anlarız. Buradan şunu da anlayabilir miyiz, erkeklere hitap eden bir iş kolu veya meslek olabilir mi?
Yuvarlak ve yumuşak hatlar, pembe renkler dediğimde ilk düşündüğünüz nedir? Bayanlara hitap eden bir işletme veya o yönde iş yapan bir kuruluş olabilir mi?
Buradan da şunu anlayabiliriz sanırım. Her işletmenin, her meslek kolunun, her sektörün aslında gizli de olsa bir kimliği var. Akıllarda yer eden ve düşünülen, en azından düşünüldüğü farz edilen…
Öyleyse, çalışmasını yapacağımız işletme, kuruluş veya iş kolunun görünen veya görünmeyen kimliğini iyi tespit etmeli ve ona uygun bir font belirlemeliyiz. Öyle ki, belirleyeceğimiz fontlar, işletmeyle, kurum veya kuruluşla bağdaşmalı, örtüşmelidir.
Daha da konumuzu basitleştirmek gerekirse, yapacağımız çalışmada yer alan meslek, hizmet, kurum veya kuruluşu yaşamalıyız, içinde olmalıyız, hissetmeliyiz…
Hemen sarılıp klavyemize font aramak yerine, kapatıp gözlerimizi seçeceğimiz fontu, öncelikle kafamızda belirlemeli, hayal etmeli ve sonrasında uygulamalıyız...
Tasarımınız bol olsun…
Grafik tasarımda dikkat edilmesi gereken birçok husus ve kural vardır. Bu işi yapan arkadaşlarımızın çoğu bunu bilir veya yaşayarak zamanla öğrenirler.
Bu kuralların kimisi açık ve anlaşılır şekilde olanlarıdır veya gizli kurallardır. Bu konu hakkında da bir makalemiz yakın bir zamanda sizlerle buluşacak…
Grafik tasarımı, kuralları dâhilinde yaptığımızı farz ederek, font tercihi konusuna değinmek istiyorum. Bazı arkadaşlarımızın veya birçok arkadaşımızın ortak sorunu ve en çok uğraştıkları konudur font tercihi.
Grafik tasarım konusunda, ister deneyimli olsun, isterse olmasın, kimse tek hamlede bitiremez bu işi yani bir çırpıda seçemez istediği fontu. Burada elbette ki, düz yazıların oluşturduğu bir çalışmadan bahsetmiyorum. Afiş tasarımları, kapak tasarımlar, broşür, katalog ve diğer çalışmalardan bahsediyorum. Yani fontların ve etkilerinin ön planda olduğu çalışmalardan bahsediyorum.
Grafik tasarımın bir görsel iletişim sanatı olduğunu aklımızdan hiç çıkarmayalım. Durum böyle olunca, çalışmamızı tamamlayan unsurların başında font tercihi gelecektir, çünkü en ön planda yer alan görünürlük, kullandığımız görseller kadar fontlardır aynı zamanda.
Peki, font tercihlerimizi nasıl yapmalıyız?
Her kurum, kuruluş ve işletmenin bir kişiliği/kimliği mutlaka vardır. Bunları iyi belirlemeliyiz, hedefimizde ne var, kimler var tespit etmeliyiz. Ayrıca, işletme ve kuruluşların yaptıkları işler kadar, hitap ettiği kesim de önemlidir, bunu da aklımızda bulundurmakta fayda var.
Tüm bunlar önemli elbette ama daha önemli noktalar da olduğunu hatırlatmak isterim.
Nedir bunlar?
Keskin hatlar, siyah, lacivert dediğimde aklınıza ne gelir? Sert bir duruş, kuralcı ve bu kurallar içinde hareket edilmesi gerektiğini anlarız. Buradan şunu da anlayabilir miyiz, erkeklere hitap eden bir iş kolu veya meslek olabilir mi?
Yuvarlak ve yumuşak hatlar, pembe renkler dediğimde ilk düşündüğünüz nedir? Bayanlara hitap eden bir işletme veya o yönde iş yapan bir kuruluş olabilir mi?
Buradan da şunu anlayabiliriz sanırım. Her işletmenin, her meslek kolunun, her sektörün aslında gizli de olsa bir kimliği var. Akıllarda yer eden ve düşünülen, en azından düşünüldüğü farz edilen…
Öyleyse, çalışmasını yapacağımız işletme, kuruluş veya iş kolunun görünen veya görünmeyen kimliğini iyi tespit etmeli ve ona uygun bir font belirlemeliyiz. Öyle ki, belirleyeceğimiz fontlar, işletmeyle, kurum veya kuruluşla bağdaşmalı, örtüşmelidir.
Daha da konumuzu basitleştirmek gerekirse, yapacağımız çalışmada yer alan meslek, hizmet, kurum veya kuruluşu yaşamalıyız, içinde olmalıyız, hissetmeliyiz…
Hemen sarılıp klavyemize font aramak yerine, kapatıp gözlerimizi seçeceğimiz fontu, öncelikle kafamızda belirlemeli, hayal etmeli ve sonrasında uygulamalıyız...
Tasarımınız bol olsun…
Ozan Muhammet CANDAN
grafikerler.org
www.reklammarket.net
www.reklammarket.net
4 Ekim 2012 Perşembe
Gündem belli…
Türkiye Suriye ile savaşır mı, savaşmaz mı?
Bir savaş çıkar mı, çıkmaz mı? İlk aklımıza gelen sorular bunlar…
Aslında aklımıza gelen soruların haricinde, gelmeyenleri sorgulamak gerekmez mi?
Suriye ile savaşa girmezsek neler olur, desek mesela?
Benim her iki senaryo içinde bulduğum iyi bir çıkış noktası yok açıkçası. Aklım karma karışık, belki de çoğunluğun aklı bu şekilde şu an ama bizleri temsil edenlerin aklı daha da karışık. Onların korkuları bizlerden daha farklı gibi geliyor bana. Şu an, çoğunun düşüncesi vatan toprağı, milletin menfaati diye düşünüyorsanız, yanılıyor olabilirsiniz!
Ne iktidarı, ne muhalefeti hiç birisinin millet iradesiyle, millet menfaatiyle ilgili tek bir düşüncesi yok. Çünkü ortada ne iktidar var, ne de muhalefet. Sizce, ülkede yaşananlar, şu son iki gün haricinde gayet normal miydi?
Yani bağımsız bir devlet, bağımsız bir ekonomi, mutlu ve refah içinde yaşayan bir toplum muyduk? Hangi gün birilerinin, birilerine bu ülkenin daha iyi bir hale gelmesi için gerçekten yardımcı olduğunu gördünüz?
Oysa insanlık birbirine yardım etmekle başlamaz mı? İnsan olmak, kendisi rahat yaşarken, diğerlerinin de, yani halkın da rahat olmasını sağlamak ve çalışmak değil midir?
İktidar görevini tam yapıyordu da, muhalefet onun için mi, göstermelik suni çıkışlar yapıyordu? İktidar işini düzgün yapmıyordu da, hangi gün muhalefetten birileri çıkıp ortaya, iktidar bu işi şöyle yaptı ama bu yanlıştır, aslında şöyle yapmalıdır, demiştir, diyebilmiştir?
Kuru gürültüden başka hiçbir şey değil, ülke içindeki sözüm ona siyaset! Ne iş yapmak ve yönetmek için başta duranlar ciddiler, ne muhalefet kanadında olanlar!
Ben şahsen halkın içinden birisi ama halk gibi düşünmeyen birey olarak, hep şunu söyledim, bu ülkede yaşananlar birer Hollywood senaryosudur! Bu iddiamın da her zaman ve her şekilde arkasındayım! Şimdi tekrar üst tarafta bahsettiğimiz, sözüm ona meclistekilere dönecek olursak, bunların tek bir hesabı vardır bu millet, bu vatan ve bu devlet için…
Savaşırsak mı, cebimiz dolar, savaşmazsak mı?
Anlayacağınız, Suriye ile bu ülke savaşa girse de, geleceği karanlıktır, girmese de!
Bu ülke, tek bir şekilde rahata ve huzura kavuşur, ortaya çıkacak yeni bir Mustafa Kemal Atatürk yüreğine sahip insan olursa, bu gerçekleşebilir!
Peki, böyle bir adam bu ülke topraklarında var mıdır? Ben onun var olduğuna da inanmıyorum, çünkü son 40 yılı yozlaştırılmış bir ülkede, bu da mümkün değildir!
Ne olacak sorusuna gelirsek, bekleyip göreceğiz, bakalım ne olacak…
Ozan Muhammet CANDAN
2 Ekim 2012 Salı
Her insan Ekmeğini kendi yapmalı!
Sol tarafta olan, gece imalatı, gün içinde tüketilecek, sağ tarafta olan kahvaltı için sabah erken saatlerde imal edildi :)
Ekmekteki Katkı Maddeleri Ve Tehlike Arz Edenler
Sağlık - Yiyecek ve İçecekler
GİMDES Genel Başkanı Dr.Müh. Hüseyin Kami BÜYÜKÖZER ekmekte bulunan katkı maddelerini internet sitesinde açıkladı!
Büyüközer'e göre ekmeğe katkı maddelerinin konulma sebebi şöyle;
"Hamurun asidini arttırmak, Bayatlamayı geciktirmek, Ekmek hatalarını ve hastalıklarını düzeltmek, Su kaldırma oranını yükseltmek, Hacim artışı sağlamak, un rekoltesini yükseltmek vs gibi amaçlar için katkı maddeleri kullanılmaktadır."
Bugünkü Katkılı Ekmek Ürünlerinde Kullanılabilen Katkı Maddeleri:
Ekmekteki Katkı Maddeleri Ve Tehlike Arz Edenler
Sağlık - Yiyecek ve İçecekler
GİMDES Genel Başkanı Dr.Müh. Hüseyin Kami BÜYÜKÖZER ekmekte bulunan katkı maddelerini internet sitesinde açıkladı!
Büyüközer'e göre ekmeğe katkı maddelerinin konulma sebebi şöyle;
"Hamurun asidini arttırmak, Bayatlamayı geciktirmek, Ekmek hatalarını ve hastalıklarını düzeltmek, Su kaldırma oranını yükseltmek, Hacim artışı sağlamak, un rekoltesini yükseltmek vs gibi amaçlar için katkı maddeleri kullanılmaktadır."
Bugünkü Katkılı Ekmek Ürünlerinde Kullanılabilen Katkı Maddeleri:
E170 kalsiyum karbonat: Hem renklendirici hem mineral tuz; kaya minerali veya kemikten elde edilir; diş macunu, beyaz boya, temizleme tozları, bisküvi, ekmek, kek, dondurma, dondurulmuş konserve sebze ve meyvede ve ilaçlarda kullanılır; yüksek dozlarda zehirlidir; safra, böbrek taşı, hemoroid, kabızlık ve fistül kanamalarına sebep olabilir. Ayrıca kemikten elde edilmesi ihtimali bu katkı maddesini en azından şüpheli hale getirir.
E 471-E477 Mono- ve digliseridler ve modifiye edilmiş formları: Homojenleştirici .Bitkisel ve hayvani kökenli olabilir.Bitkisel kökenden türetilirse, helâldir. Hayvani unsurlardan türetilirse, şüphe arzeder. Eğer, eti helâl ve kesimi islâmi usulle yapılmış hayvani yağlardan türetilmiş ise helâl kabul edilir.
E 280 propiyonik asit, E 281 sodyum propiyonat, E 282 kalsiyum propiyonat, E 283 potasyum sorbat: Koruyucu olarak kullanılır. Migren ağrılarına sebep olabilir; doğal olarak mayalanmış gıdalarda, insan teri ve geviş getirenlerin sindirim organlarında bulunur, ayrıca suni olarak etilen, karbon monoksit, propiyonaldehit, doğal gaz, mayalanmış kağıt hamuru veya çürümüş lif bakterisinden elde edilir; yaygın olarak ekmek ve un mamullerinde kullanılır.
E 200 sorbik asit, E 202 potasyum sorbat: Koruyucu olarak kullanılır. Bitkisel kökenlidir. Ciltte kaşıntıya sebep olabilir
E420 sorbitol: Kıvam artırıcı,suni tatlandırıcı ve nem tutucu; etli ve zarlı kabuksuz meyvelerden veya sentetik olarak glukozdan elde edilir; gıda,ilaç ve kozmetiklerde kullanılır.Bebek ve küçük çocuk gıdalarında kullanmak yasaktır.
E422 Gliserol (gliserin): Kıvam artırıcı,tatlandırıcı ve nem tutucu, yağlı renksiz alkol;hayvansal veya bitkisel yağların alkalilerle ayrışması sonucu elde edilir; petrol ürünlerinden ve bazen propilenden sentetik olarak veya şekerden mayalanarak da elde edilir; büyük miktarlar baş ağrısı, susuzluk, bulantı ve yüksek kan şekerine sebep olabilir. Hayvan kökenli olması ihtimali göz önünde tutulmalıdır.
E920 Sistain: Un işleme ajanı. İnsan saçı, başta domuz olmak üzere hayvan kılı ve tavuk tüyünden elde edilir
E924 potasyum bromat: Un işleme ajanı.Büyük miktarlarda bulantı, kusma, diyare ve sancılara neden olabilir.
E928 benzoil peroksit: Un işleme ajanı. unun beyazlaması için kullanılır. Alerjik geçmişi olanlar sakınmalıdır.
Büyüközer, " Bunlar migrenden, alerjiye hatta kansere kadar birçok rahatsızlıklar oluşturabilen maddelerdir. Uygulamada ise bu katkı maddeleri bu isimleri ile değil ticari isimleri ile alınır satılır ve kullanılır. Örnek vermek gerekirse, S500, Soft'r, Acti-Plus, Hydra, Joker, Pantera vs gibi ticari isimlerle satılan bu ürünlerin içerikleri incelendiği zaman bir çok katkı maddesini kombine ettiği görülür.Kullanıcı firma bu maddelerin içerikleri ile de pek ilgilenmez. Ayrıca fırınlarda bu katkı maddelerini hamura katacak eğitilmiş elemanların yetersizliği sebebi ile ekseriya limit aşımı tehlikesi de söz konusu olmaktadır. Bugün üretici ve satıcı istekleri, gıdanın ilk günkü tazeliğini koruyacak şekilde, gıdaların raf ömrünün artırılması yönünde olmaktadır. Buna karşılık gıdanın raf ömrünü artırmak amacıyla ürünlere ilave edilen katkı maddelerine karşı ise kimi tüketicilerin gittikçe artan haklı çekinceleri bulunmaktadır. Ancak ister paketli olsun, ister paketsiz satılsın çoğu ekmeklerde kullanılan katkı maddelerinin detay bilgileri yer almamaktadır. Bu da tüketiciyi zor durumda bırakmaktadır. Halbuki etiket bilgileri hem yasal olarak, hem etik olarak tüketicinin en tabii hakkı olmak zorundadır. Ancak, bu sonuçta tüketicinin bilinçsizliği ve ilgisizliği, üreticinin bencilliği ve resmi kurumların denetimsizliği müştereken rol oynamaktadır. " şeklinde konuştu.
Peki ne yapacağız?
Mümkünse kendimiz yapacağız!
Güvendiğimiz Market veya Fırından Katkısız Ekmek İsteyelim!
“Tarım ve Köyişleri Bakanlığının yeni tebliğinde Ekmeğe, herhangi bir katkı maddesi katılmaz ise etiket üzerinde ekmek adı ile birlikte "katkısız" ifadesi kullanılır.” şeklinde bir düzenleme getirmiştir. O halde öncelikle çevremizde katkısız ekmek üreten fırınları araştırmalıyız. Bulduktan sonra iyice sorgulamalıyız. Çünki maalesef ülkemizde üreticilerden doğru bilgi almak ekseriya zor olmaktadır. İyice emin olduktan sonra katkısız ekmek tüketmeliyiz."
Sofralarımızdan beyaz ekmeği kaldırıp, yerine kepekli ekmeği ikame edelim.
Kepek ekmeğin neden tercih edilmesi gerektiğini, uzmanlar şöyle açıklamaktadır:
"Buğday, sağlık açısından yararlı olan B2 ve B6 vitaminleri ile niyasin, folik asit, demir ve çinko içeriyor. Bu maddelerin daha çok yoğunlaştığı kısım olan buğdayın dış kabuğu, un yapımı sırasında ayrıştırılıyor ve bu yüzden ekmeğin besin değeri düşüyor. Bu nedenle, beyaz ekmek yerine kepek ekmeğinin tercih edilmesi daha sağlıklıdır"
Þeker hastaları, kilo sorunu olanlar, mide ve bağırsak rahatsızlığı çekenler tarafından daha çok tercih edilen kepek ekmeğin herkes tarafından tüketilmesini öneriyoruz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Özgürlük
Önce kocaman bir yürek taşıyacak Sonra uğrunda savaşacaksın, Sende yoksa o yürek Boşuna sesini yükseltip bağırmayacaksın! Bu yol bildiğin ...

-
Biz, pazar yerlerine hava karardığında giderdik çocukluğumuzda, ben pazarların akşamları kurulduğunu sanırım, çocukluk işte... Annem usulc...
-
Beyaz martıyı beklerken, siyah kargayla dertleşmekten sakınmam... Hepimiz yaşarız bazen bu tür duyguları, şöyle deniz kenarına ineyim, ma...