12 Kasım 2017 Pazar
İstanbul'u yakarım
Ne zaman içtim seni,
Sarhoş muydum yoksa ayık mı?
Ne ara dolaştın damarlarımı,
Hangi saat dilimiydi,
Sabahın körü mü, gecenin bir yarısı mı?
Hatırlat da bileyim,
Unutmazdım aslında,
Akıl mı bıraktın bende sen?
Sığdıramamışken yüreğime,
Sığar mı sanırsın bir dörtlüğe?
Ateş yandı artık, duman kaçınılmaz,
Sevdan düştü içime, bekletmek olmaz,
Gel desen, koşarak gelirim,
Gelme desen söyle, dinler miyim?
Aşk bu ertelemeye gelmez,
Kimse durduk yere, bu kadar sevilmez...
Tek nefeste anlatmalıyım,
Bitmesin istiyorum cümleler,
İsteyen sen ol, yaparım,
Dilersen dünyayı, baştan sona adımlarım,
Varsın bana deli desinler,
Ben delirmeye razıyım,
Yeterki yanıma seni versinler!
İstanbul'u yakmaya hazırım
9 Kasım 2017 Perşembe
Alper'in hikayesi / Çocukluk işte / İstanbullu
Biz, pazar yerlerine hava karardığında giderdik çocukluğumuzda, ben pazarların akşamları kurulduğunu sanırım, çocukluk işte...
Annem usulca sokulur bir şeyler konuşurdu pazarcılarla, sonra sebze meyve kasalarının yanına giderdik, kolumdan tutar çekerdi, diğer elinde kirli pazar çantamız, doldururduk ne bulursak...
Okula başladım sonra, zor da olsa gidiyordum, çünkü ayakkabılarım her zaman delikti, utanıyordum, çocukluk işte...
Mahallenin en yoksulu bizdik sanırım, kimsenin durumu iyi değildi ama bizimkisi hiç iyi değildi, kötünün kötüsü durumlar yani. Babam bir dolmuş hattının değnekçiliğini yapıyordu, çünkü çalışamaz durumda engelliydi. Dolmuşçu esnafının insafına kalmış artık, ne verirlerse. Verdikleri ancak babamın sigarasını karşılamaya yetiyordu. Onun bu durumundan da utanırdım, çocukluk işte...
İlkokul öğretmenim vardı, Salih hoca, beni severdi, o da yokluktan gelen bir insandı, bana anlattıklarından anlamıştım o yaşımda. Bazen durumu iyi olan velileri çağırırdı okul çıkışlarında, anlatırdı durumumuzu, defter, kalem, silgi gibi küçük yardımlar içindi bu buluşmalar, bu durumdan da çok utanırdım, çocukluk işte...
Bir gün okuldan dönüş yolunda rastladım Hasibe teyzeye, duruşum o kadar kötü olmalı ki yanından geçerken "du bakem bi sen" dedi. O da sevdi beni sanırım, sayesinde haftanın bir kaç günü simit alma ve yeme şansım oldu. Ne zaman elini uzatsa kara önlüğümün cebine atardı bir kaç kuruş, bu da utandırırdı beni, çocukluk işte...
Çocukluk işte diye biten cümlelerinin bir takıntısı olduğunu düşünmeye başladım Alper'in ama haklı yanları da yok değildi, devam ettim dinlemeye...
İlkokul bittiği zaman anladım hayatın daha da acımasız olduğunu. Küçük yaşlarımda bir beklentisi olmayan ailemin, benden küçük olan beş çocuğu daha vardı yani kardeşlerim ve hepsi bakıma muhtaçtı. Annemin gittiği gündelikçilik işlerinden aldığı paralar kursağımıza bile yetmiyordu. O yaşlarda anladım bir şeyler yapmam gerektiğini fakat ne yapabilirdim, işte onu bilmiyordum.
Mahallenin alt yanındaki bakkala yardım ederdim arada bir, çalışmama rağmen verdiği bir kaç parça çikolatayı alırken de utanırdım, çocukluk işte...
İlk yaz tatili bittiği dönemlerde kapımız çaldı bir gece yarısı, Salih hocaydı gelen evimize, sağ olsun unutmamıştı beni. Oturup anlattı hem anneme, hem babama benim okumam gerektiğini, anladılar mı, anlamadılar mı orasını pek bilmiyorum ama orta okula kaydım için bizzat gelip aldı götürdü beni Salih hoca. Haftanın üç günü okula gidiyor, iki günü kendimce ne iş bulursam çalışıyordum. Müdür çağırmış Salih hocayı, devamsızlıktan okuldan atılacağımı söylemiş, konuştu benimle, aksatma okulunu devam et dedi, dedi demesine de, evde aç olan kardeşlerime de ekmek lazımdı, bunu söylerken de utandım Salih hocaya, çocukluk işte...
Bir akşam vaktiydi, halde kendimden ağır kasaları indirmeye yardım etmiş eve dönüyordum, sokağın başına geldiğimde kalabalık bir topluluğun evin önünde olduğunu gördüm, koşarak vardım evin önüne, bir polis tuttu kolumdan, sokmadı beni içeriye, babam annemi bıçaklayarak öldürmüş, sonra da kendi kalbine saplamış bıçağını, sonradan öğrendim bunları ve utandım yapılanlardan, çocukluk işte...
Koşarak ayrıldım evin önünden, bir daha da gitmedim mahalleye "ben İstanbulluyum diyenlerden daha İstanbulluyum" diyor, arada bir Alper laflarının arasında.
Ne anne kalmış artık hayatında, ne baba, ne kardeş, o gün bu gündür sokakların adamı olmuş. Her şeyini kaybetmiş, zaten var olan şeyler de ne kadar onunmuş belli değil elbet ama söyleyemedim o'na...
Kaybetmediği tek şey utangaçlığı olmuş, hala çok utangaç ve ürkek aynı çocukluğunda olduğu gibi...
Teşekkür etti kahvaltı için, yine utangaçtı...
Kahvaltı yaptıktan sonra vedalaştım kendisiyle, adres sormadım, nasıl olsa bir gün yine karşılaşma şansımız vardı, nede olsa, o daha İstanbullu...
Annem usulca sokulur bir şeyler konuşurdu pazarcılarla, sonra sebze meyve kasalarının yanına giderdik, kolumdan tutar çekerdi, diğer elinde kirli pazar çantamız, doldururduk ne bulursak...
Okula başladım sonra, zor da olsa gidiyordum, çünkü ayakkabılarım her zaman delikti, utanıyordum, çocukluk işte...
Mahallenin en yoksulu bizdik sanırım, kimsenin durumu iyi değildi ama bizimkisi hiç iyi değildi, kötünün kötüsü durumlar yani. Babam bir dolmuş hattının değnekçiliğini yapıyordu, çünkü çalışamaz durumda engelliydi. Dolmuşçu esnafının insafına kalmış artık, ne verirlerse. Verdikleri ancak babamın sigarasını karşılamaya yetiyordu. Onun bu durumundan da utanırdım, çocukluk işte...
İlkokul öğretmenim vardı, Salih hoca, beni severdi, o da yokluktan gelen bir insandı, bana anlattıklarından anlamıştım o yaşımda. Bazen durumu iyi olan velileri çağırırdı okul çıkışlarında, anlatırdı durumumuzu, defter, kalem, silgi gibi küçük yardımlar içindi bu buluşmalar, bu durumdan da çok utanırdım, çocukluk işte...
Bir gün okuldan dönüş yolunda rastladım Hasibe teyzeye, duruşum o kadar kötü olmalı ki yanından geçerken "du bakem bi sen" dedi. O da sevdi beni sanırım, sayesinde haftanın bir kaç günü simit alma ve yeme şansım oldu. Ne zaman elini uzatsa kara önlüğümün cebine atardı bir kaç kuruş, bu da utandırırdı beni, çocukluk işte...
Çocukluk işte diye biten cümlelerinin bir takıntısı olduğunu düşünmeye başladım Alper'in ama haklı yanları da yok değildi, devam ettim dinlemeye...
İlkokul bittiği zaman anladım hayatın daha da acımasız olduğunu. Küçük yaşlarımda bir beklentisi olmayan ailemin, benden küçük olan beş çocuğu daha vardı yani kardeşlerim ve hepsi bakıma muhtaçtı. Annemin gittiği gündelikçilik işlerinden aldığı paralar kursağımıza bile yetmiyordu. O yaşlarda anladım bir şeyler yapmam gerektiğini fakat ne yapabilirdim, işte onu bilmiyordum.
Mahallenin alt yanındaki bakkala yardım ederdim arada bir, çalışmama rağmen verdiği bir kaç parça çikolatayı alırken de utanırdım, çocukluk işte...
İlk yaz tatili bittiği dönemlerde kapımız çaldı bir gece yarısı, Salih hocaydı gelen evimize, sağ olsun unutmamıştı beni. Oturup anlattı hem anneme, hem babama benim okumam gerektiğini, anladılar mı, anlamadılar mı orasını pek bilmiyorum ama orta okula kaydım için bizzat gelip aldı götürdü beni Salih hoca. Haftanın üç günü okula gidiyor, iki günü kendimce ne iş bulursam çalışıyordum. Müdür çağırmış Salih hocayı, devamsızlıktan okuldan atılacağımı söylemiş, konuştu benimle, aksatma okulunu devam et dedi, dedi demesine de, evde aç olan kardeşlerime de ekmek lazımdı, bunu söylerken de utandım Salih hocaya, çocukluk işte...
Bir akşam vaktiydi, halde kendimden ağır kasaları indirmeye yardım etmiş eve dönüyordum, sokağın başına geldiğimde kalabalık bir topluluğun evin önünde olduğunu gördüm, koşarak vardım evin önüne, bir polis tuttu kolumdan, sokmadı beni içeriye, babam annemi bıçaklayarak öldürmüş, sonra da kendi kalbine saplamış bıçağını, sonradan öğrendim bunları ve utandım yapılanlardan, çocukluk işte...
Koşarak ayrıldım evin önünden, bir daha da gitmedim mahalleye "ben İstanbulluyum diyenlerden daha İstanbulluyum" diyor, arada bir Alper laflarının arasında.
Ne anne kalmış artık hayatında, ne baba, ne kardeş, o gün bu gündür sokakların adamı olmuş. Her şeyini kaybetmiş, zaten var olan şeyler de ne kadar onunmuş belli değil elbet ama söyleyemedim o'na...
Kaybetmediği tek şey utangaçlığı olmuş, hala çok utangaç ve ürkek aynı çocukluğunda olduğu gibi...
Teşekkür etti kahvaltı için, yine utangaçtı...
Kahvaltı yaptıktan sonra vedalaştım kendisiyle, adres sormadım, nasıl olsa bir gün yine karşılaşma şansımız vardı, nede olsa, o daha İstanbullu...
7 Kasım 2017 Salı
Davetsiz misafir
Günlerden pazar olunca, bir çok insan gibi ben de modaya uyarak kahvaltı için dışarıya çıkayım istedim, her ne kadar tasvip etmesem de çağın gereklerini arada bir yerine getirmek ve çevreyi gözlemlemek gerekiyor...
Marka sevdalısı değilim ama salaş yerlerin de işini iyice abartarak salaşlıktan çok sağlıksızlığa doğru başlattıkları hamleleri de göz önünde tutarak, marka bir yer tercih ettim, en azından kontrol edilirlik yönünü de düşünmüş olmak rahatlatıyor insanı.
Cam ve yol kenarı tercihim sadece otobüs yolculuklarında olur ama bu sefer mecburen cam kenarı oldu çünkü koskocaman restaurant tamamıyla dolmuş, güneş vurduğu için kimsenin beğenmediği yer bana kalmıştı, olsun buna da şükür yoksa kahvaltı yapma keyfi, yer aramak gibi bir işkenceye dönüşebilirdi.
Tek başına insan ne yiyebilir veya ne kadarını mideye indirebilir bilmiyorum ama gelenleri görünce neredeyse dışarıya kaçacaktım!
Bu kadar abartılı, bu kadar da müsrif olmanın bir anlamı var mıdır? Yani gelenleri yesem, sanırım bir hafta yemesem bile idare ederim, benim işkembe bu kadarını tek seferde asla kaldıramaz...
Kahvaltılıklar önüme dizilirken, utanmadım desem yalan olur, hayır, etraftakilerden değil, zaten onlar hallerinden pek bir memnun, ballandıra ballandıra deyimi var ya hani, aynı o moddalar...
Aldı mı beni bir telaş durduk yere, kendi başıma iş aldım, koy tavayı ocağa, kır bir yumurta, bandır bandır ye işte, ne işin var tarzın olmayan kahvaltılarda.
Sağa baktım kimse yok, sola baktım yok, ne yapayım diye düşünürken yolun kenarında, kaldırım taşına oturmuş olan birini gördüm. Hemen kalktım oturduğum yerden, gittim yanına, aç mısın dedim, cevap vermesine gerek yoktu, haydi gel dedim, kalktı yerinden , garsona bir servis daha alabilir miyiz dediğimde garsonun bakışlarını görmeliydiniz, sanki bir uzaylıyı alıp masaya getirmiş muamelesi gördüğümü inkar edemem...
Masaya gelen, her ne kadar eli yüzü kirli olsa da bir insandı, bazen insanlığımdan utandığım zamanlar olur, işte bu an insanlığımdan utandığım bir pazar oldu!
Tüm salondakilerin keyfini kaçırmıştım, az önceki keyifli hallerinin yerini, acıma dolu bakışlar ve buna eklenen tiksinti durumlarını yaşayanlar da yok değildi...
Daha bir kaç lokma almıştık ki, beklediğim oldu ve restaurant yöneticisi yanımıza gelerek, böyle bir şeyin yanlış olduğunu ve bu adamın burada oturamayacağını söyledi! Ben de bu söylediğinin yanlış olduğunu, eğer böyle bir isteğiniz var ise, bana bunu yazılı bir şekilde getirmesini talep edince, yüzünü buruşturarak uzaklaşmak zorunda kaldı...
Oysa, kimse ne oldum demeden, ne olacağını düşünmeli bu hayatta!
Her insanın bir hikayesi vardır, hangimizin yok ki değil mi, Alper'in de hikayesini bu kahvaltı esnasında dinleme fırsatım oldu, kahvaltıma ortak ararken heybeme de yeni hikayeler ekleme şansı yakalamış oldum...
Bir ara Alper'in hikayesini de paylaşmak isterim, nasip, kısmet artık...
Marka sevdalısı değilim ama salaş yerlerin de işini iyice abartarak salaşlıktan çok sağlıksızlığa doğru başlattıkları hamleleri de göz önünde tutarak, marka bir yer tercih ettim, en azından kontrol edilirlik yönünü de düşünmüş olmak rahatlatıyor insanı.
Cam ve yol kenarı tercihim sadece otobüs yolculuklarında olur ama bu sefer mecburen cam kenarı oldu çünkü koskocaman restaurant tamamıyla dolmuş, güneş vurduğu için kimsenin beğenmediği yer bana kalmıştı, olsun buna da şükür yoksa kahvaltı yapma keyfi, yer aramak gibi bir işkenceye dönüşebilirdi.
Tek başına insan ne yiyebilir veya ne kadarını mideye indirebilir bilmiyorum ama gelenleri görünce neredeyse dışarıya kaçacaktım!
Bu kadar abartılı, bu kadar da müsrif olmanın bir anlamı var mıdır? Yani gelenleri yesem, sanırım bir hafta yemesem bile idare ederim, benim işkembe bu kadarını tek seferde asla kaldıramaz...
Kahvaltılıklar önüme dizilirken, utanmadım desem yalan olur, hayır, etraftakilerden değil, zaten onlar hallerinden pek bir memnun, ballandıra ballandıra deyimi var ya hani, aynı o moddalar...
Aldı mı beni bir telaş durduk yere, kendi başıma iş aldım, koy tavayı ocağa, kır bir yumurta, bandır bandır ye işte, ne işin var tarzın olmayan kahvaltılarda.
Sağa baktım kimse yok, sola baktım yok, ne yapayım diye düşünürken yolun kenarında, kaldırım taşına oturmuş olan birini gördüm. Hemen kalktım oturduğum yerden, gittim yanına, aç mısın dedim, cevap vermesine gerek yoktu, haydi gel dedim, kalktı yerinden , garsona bir servis daha alabilir miyiz dediğimde garsonun bakışlarını görmeliydiniz, sanki bir uzaylıyı alıp masaya getirmiş muamelesi gördüğümü inkar edemem...
Masaya gelen, her ne kadar eli yüzü kirli olsa da bir insandı, bazen insanlığımdan utandığım zamanlar olur, işte bu an insanlığımdan utandığım bir pazar oldu!
Tüm salondakilerin keyfini kaçırmıştım, az önceki keyifli hallerinin yerini, acıma dolu bakışlar ve buna eklenen tiksinti durumlarını yaşayanlar da yok değildi...
Daha bir kaç lokma almıştık ki, beklediğim oldu ve restaurant yöneticisi yanımıza gelerek, böyle bir şeyin yanlış olduğunu ve bu adamın burada oturamayacağını söyledi! Ben de bu söylediğinin yanlış olduğunu, eğer böyle bir isteğiniz var ise, bana bunu yazılı bir şekilde getirmesini talep edince, yüzünü buruşturarak uzaklaşmak zorunda kaldı...
Oysa, kimse ne oldum demeden, ne olacağını düşünmeli bu hayatta!
Her insanın bir hikayesi vardır, hangimizin yok ki değil mi, Alper'in de hikayesini bu kahvaltı esnasında dinleme fırsatım oldu, kahvaltıma ortak ararken heybeme de yeni hikayeler ekleme şansı yakalamış oldum...
Bir ara Alper'in hikayesini de paylaşmak isterim, nasip, kısmet artık...
Olduğu gibi yaşa hayatı 2
Kimseye çaktırmadan yaşa hayatı, rahatsız etmeden, gürültü çıkarmadan, sessiz olsun çığlıkların, yani bir kendin duy isyanını...
Yalnızca sen bil yakarışlarını, varsın, kimse farkında olmasın söylediklerinin, gerekirse kimse anlamasın anlattıklarını, anlamak zorunda değiller seni ve anlatmak zorunda değilsin kendini...
Issız bir vadide kıvrılıp giden yol gibi olsun duygu ve düşüncelerin...
Dümdüz olması sana bir şey ifade etmiyorsa, esnek olmayı dene, değişime açık olsun beyin kıvrımların, değişmek vazgeçmek demek değildir. Değişirken de sağlam olsun duruşun, yerinde kalsın karakterin, kimse farkına varmasa da, sen farkında ol ve aynı oluşunun keyfini çıkar arada bir...
Bir bardak demli çayı yudumlaya biliyorsan, bırak tadı damağında kalsın, bittiği zamanı düşünme, nasıl olsa yeniden demlenir her demlik ve her demlenen çayın lezzeti farklıdır, tıpkı içinde taşıdığın ruh gibi...
Sert bir rüzgar esiyorsa tam karşından, eğme başını, dimdik yürü, belki cildine hasar verir ama içine dokunamaz, bunu unutma...
Hayatın haykırışları tırmalarken yaşamının kulaklarını, sen tırmalanmayan yanlarını elinde tutmaya çalış, tutamıyor isen eğer bu senin kabahatin değil, kaderci ol...
Kaderci olmak zarar veriyorsa sana, boş vermek gerek bazen, yaprak gibi olmalı, bulut gibi veya tüy gibi, nereye uçuruyorsa kaderin, oraya git...
Unutma ki gemi çekilen at, gitmek için çabalamaz ve durur olduğu yerde. Gem vurulmak gitmesin zoruna, insan olmak kolay mı, bazen hayvan olmak daha kolaydır insan olmaktan, bunu unutma...
Aklın var diye böbürlenme, başka akıllar da var yeryüzünde, sen doğruları yaşarken, senin doğrularının yanlış olduğunu düşünen akıllar da olacak hayatında. Yargılamanı yapacaksın elbette ama karar veren sen olmayacaksın , senin dışında bir karar varsa hayatına dair ve buna yetmiyorsa aklın ve gücün, direnme, boş ver...
Olduğu gibi yaşamalı hayatı insan...
Olmasını istemediklerinin önüne geçmeye çalışmakla geçti milyonlarca insan yeryüzünden ve hiç birisi istediklerinin tamamını yapamadı...
İlk olmayacaksın yani, korkma, cesur ol, kaybetmek başarısızlık demek değildir, asıl başarısızlık kaybettiğini düşündüğün anda girer hayatına ve bir kez yapıştı mı üzerine, söküp atamaz, kurtulamazsın, alıştırma kendini böyle şeylere...
Gelip geçtiğimiz bu yollardan, kimler geldi, kimler geçti, hiç birisi istediklerini, istediği şekle sokamadı bunu da unutma...
Çok zor gelse de yaşadıkların, toplama valizini hemen, bırak dağınık kalsın ortalık, sen tatile değil, ev sahibi olmaya geldin, bunu da aklından çıkarma...
Olduğu gibi yaşa hayatı, zorlama hiç bir kapıyı, açılacaksa, eşiğe vardığında aralanır sessizce...
Yalnızca sen bil yakarışlarını, varsın, kimse farkında olmasın söylediklerinin, gerekirse kimse anlamasın anlattıklarını, anlamak zorunda değiller seni ve anlatmak zorunda değilsin kendini...
Issız bir vadide kıvrılıp giden yol gibi olsun duygu ve düşüncelerin...
Dümdüz olması sana bir şey ifade etmiyorsa, esnek olmayı dene, değişime açık olsun beyin kıvrımların, değişmek vazgeçmek demek değildir. Değişirken de sağlam olsun duruşun, yerinde kalsın karakterin, kimse farkına varmasa da, sen farkında ol ve aynı oluşunun keyfini çıkar arada bir...
Bir bardak demli çayı yudumlaya biliyorsan, bırak tadı damağında kalsın, bittiği zamanı düşünme, nasıl olsa yeniden demlenir her demlik ve her demlenen çayın lezzeti farklıdır, tıpkı içinde taşıdığın ruh gibi...
Sert bir rüzgar esiyorsa tam karşından, eğme başını, dimdik yürü, belki cildine hasar verir ama içine dokunamaz, bunu unutma...
Hayatın haykırışları tırmalarken yaşamının kulaklarını, sen tırmalanmayan yanlarını elinde tutmaya çalış, tutamıyor isen eğer bu senin kabahatin değil, kaderci ol...
Kaderci olmak zarar veriyorsa sana, boş vermek gerek bazen, yaprak gibi olmalı, bulut gibi veya tüy gibi, nereye uçuruyorsa kaderin, oraya git...
Unutma ki gemi çekilen at, gitmek için çabalamaz ve durur olduğu yerde. Gem vurulmak gitmesin zoruna, insan olmak kolay mı, bazen hayvan olmak daha kolaydır insan olmaktan, bunu unutma...
Aklın var diye böbürlenme, başka akıllar da var yeryüzünde, sen doğruları yaşarken, senin doğrularının yanlış olduğunu düşünen akıllar da olacak hayatında. Yargılamanı yapacaksın elbette ama karar veren sen olmayacaksın , senin dışında bir karar varsa hayatına dair ve buna yetmiyorsa aklın ve gücün, direnme, boş ver...
Olduğu gibi yaşamalı hayatı insan...
Olmasını istemediklerinin önüne geçmeye çalışmakla geçti milyonlarca insan yeryüzünden ve hiç birisi istediklerinin tamamını yapamadı...
İlk olmayacaksın yani, korkma, cesur ol, kaybetmek başarısızlık demek değildir, asıl başarısızlık kaybettiğini düşündüğün anda girer hayatına ve bir kez yapıştı mı üzerine, söküp atamaz, kurtulamazsın, alıştırma kendini böyle şeylere...
Gelip geçtiğimiz bu yollardan, kimler geldi, kimler geçti, hiç birisi istediklerini, istediği şekle sokamadı bunu da unutma...
Çok zor gelse de yaşadıkların, toplama valizini hemen, bırak dağınık kalsın ortalık, sen tatile değil, ev sahibi olmaya geldin, bunu da aklından çıkarma...
Olduğu gibi yaşa hayatı, zorlama hiç bir kapıyı, açılacaksa, eşiğe vardığında aralanır sessizce...
6 Kasım 2017 Pazartesi
İstanbul
İstanbul ayaz mı düştü yüreğine,
Ellerin neden buz gibi?
Dağlardaki kar kokusu var bakışlarında,
Sıcacıktı eskiden, böyle soğuk değildi,
Bir tutam çiçektin sen,
Koparmaya kıyamadığım,
Nefesime nefestin, doyamadığım,
Şimdilerde boğazın, serindir suları,
Yüreğimi yıkıp geçiyor,
Yalnızlık fırtınaları...
Anlamsız gülüşler, çehrene düşmüş,
Her şey yalanmış ama,
Gerçek olan bir düşmüş,
Solgun fotoğraflardan anımsıyorum mutluluğunu,
Aramadığımı sanma sakın,
Arıyorum o tılsımı...
Yangınların ortasında kalmışsın,
Yalnızım Beyoğlu, senin kadar yalnızım,
Eminönün'de adımlarım, tükenecek sanki adımlarım,
Suskun bir tinerci köşebaşında,
Küçük bir yetim, iki paket selpak avuçlarında,
Bir minik kedi yavrusu, sırılsıklam kar altında,
Üç beş zengin züppesi, sıcacık arabasında,
Küfür edip geçiyor küçük yetime,
Ah be yetimim, söyle ne olur halin?
İstanbul sen, adı koyulmamış bir cehennem misin?
Yoksa cennetten bir köşe mi?
Konuşta dillensin suskun olanlar,
Seni züppeler, berduşlar değil,
Seni benim gibi yürekli olanlar anlar!
Kimse bilmez, gök yüzünden yıldızlarını toplarım,
Oturup bazen ağlarım, Halicin yanı başında,
Yine boş mu çıktı ağların ihtiyar balıkçı,
Hal ve hatırını soran yok ama,
Rast gele Haydarpaşa...
Yine kimler kırdı kalbini Gülhane yokuşu,
Yaslarla dolu garibanların soğuk koğuşu,
Beklenen er mektubu gelmiş,
Er mektubu görülmüş Hatice teyzenin,
Kız kulesi kaybolmuş, karla dolmuş tüm zemin,
Tarabya evlere şenlik, eğlence diz boyu,
Üsküdar açmış kollarını, kucaklıyor soğuğu...
Ellerin neden buz gibi?
Dağlardaki kar kokusu var bakışlarında,
Sıcacıktı eskiden, böyle soğuk değildi,
Bir tutam çiçektin sen,
Koparmaya kıyamadığım,
Nefesime nefestin, doyamadığım,
Şimdilerde boğazın, serindir suları,
Yüreğimi yıkıp geçiyor,
Yalnızlık fırtınaları...
Anlamsız gülüşler, çehrene düşmüş,
Her şey yalanmış ama,
Gerçek olan bir düşmüş,
Solgun fotoğraflardan anımsıyorum mutluluğunu,
Aramadığımı sanma sakın,
Arıyorum o tılsımı...
Yangınların ortasında kalmışsın,
Yalnızım Beyoğlu, senin kadar yalnızım,
Eminönün'de adımlarım, tükenecek sanki adımlarım,
Suskun bir tinerci köşebaşında,
Küçük bir yetim, iki paket selpak avuçlarında,
Bir minik kedi yavrusu, sırılsıklam kar altında,
Üç beş zengin züppesi, sıcacık arabasında,
Küfür edip geçiyor küçük yetime,
Ah be yetimim, söyle ne olur halin?
İstanbul sen, adı koyulmamış bir cehennem misin?
Yoksa cennetten bir köşe mi?
Konuşta dillensin suskun olanlar,
Seni züppeler, berduşlar değil,
Seni benim gibi yürekli olanlar anlar!
Kimse bilmez, gök yüzünden yıldızlarını toplarım,
Oturup bazen ağlarım, Halicin yanı başında,
Yine boş mu çıktı ağların ihtiyar balıkçı,
Hal ve hatırını soran yok ama,
Rast gele Haydarpaşa...
Yine kimler kırdı kalbini Gülhane yokuşu,
Yaslarla dolu garibanların soğuk koğuşu,
Beklenen er mektubu gelmiş,
Er mektubu görülmüş Hatice teyzenin,
Kız kulesi kaybolmuş, karla dolmuş tüm zemin,
Tarabya evlere şenlik, eğlence diz boyu,
Üsküdar açmış kollarını, kucaklıyor soğuğu...
İstanbul sen, adı koyulmamış bir cehennem misin?
Yoksa cennetten bir köşe mi?
Konuşta dillensin suskun olanlar,
Seni züppeler, berduşlar değil,
Seni benim gibi yürekli olanlar anlar!
Yoksa cennetten bir köşe mi?
Konuşta dillensin suskun olanlar,
Seni züppeler, berduşlar değil,
Seni benim gibi yürekli olanlar anlar!
Ölümüne sevdik...
Şu an uçarı gecelerdeyim,
Senin görmediğin bir yerlerde,
Yıldızı kayan hayatımda,
Yine aklımdasın,
Zaten hiç çıkmıyorsun da,
Bu sefer bir başkasın!
Gözlerin geçiyor önümden,
Yeşil bir bahar bahçesi,
Saçların uçuşuyor sonra,
Bir garip rüzgar fısıldıyor kulağıma,
Her şeyin bittiğini!
Duygusallığım, ayağımı bastığım yıldızlar kadar,
İki damla yalnızlık, düşüp inen gözlerimden,
Hasret mi yoksa, başka bir şey mi,
Ruhumdan düşen damlalar,
Bilemiyorum...
Ay gülümsüyor,
Neden diyorum, cevaplamıyor,
Fakat ağlıyorum,yüreğim kadar derinden,
Sözlerin kadar gerçek...
Çok iyi biliyorum,
Bir daha güneş doğmayacak,
Yalnızlık dolu odamın duvarlarına,
Gözlerim açılmayacak!
Ne kadar çok istesem de, ellerim resmini okşamayacak,
Ve bu şiirim sana,
Son sözün olan, hoşça kalı hatırlatacak!
Son kez yüreğini yakacak...
Yokluğun, olmadığın zaman dilimini çeyrek geçiyor,
Unutmuş gibisin bıraktığın limanda,
Dönersin sanmıştım ama olmadı!
Deniz düşüyor şimdi aklıma, saklandığımız kuytular,
Sevmek geliyor aklıma, sırılsıklam ıslanmışız yağmur altında,
Sarmaş dolaş uykular geliyor aklıma ve sevişmelerimiz,
Sonra...
Ne kaldı ki geçmişten tatlı rüyalar haricinde,
Kaybolup da gittik mazide...
Var mısın, yok musun belli değil!
Gecelerin mahpusu, gündüzlerin yoksulu yüreğimle yapayalnızım!
Madem ki yoksun, madem ki olmayacaksın,
Senden son bir dileğim olacak,
Görünme artık gözlerime,
Dolanma yakınımda...
Ve sen, sen ol, unutma verdiğin sözü!
Ölüm demiştik ayrılığımıza, ölüm demiştik!
Gelme ne olursun, uğrama aşkımızın mezarlığına...
Senin görmediğin bir yerlerde,
Yıldızı kayan hayatımda,
Yine aklımdasın,
Zaten hiç çıkmıyorsun da,
Bu sefer bir başkasın!
Gözlerin geçiyor önümden,
Yeşil bir bahar bahçesi,
Saçların uçuşuyor sonra,
Bir garip rüzgar fısıldıyor kulağıma,
Her şeyin bittiğini!
Duygusallığım, ayağımı bastığım yıldızlar kadar,
İki damla yalnızlık, düşüp inen gözlerimden,
Hasret mi yoksa, başka bir şey mi,
Ruhumdan düşen damlalar,
Bilemiyorum...
Ay gülümsüyor,
Neden diyorum, cevaplamıyor,
Fakat ağlıyorum,yüreğim kadar derinden,
Sözlerin kadar gerçek...
Çok iyi biliyorum,
Bir daha güneş doğmayacak,
Yalnızlık dolu odamın duvarlarına,
Gözlerim açılmayacak!
Ne kadar çok istesem de, ellerim resmini okşamayacak,
Ve bu şiirim sana,
Son sözün olan, hoşça kalı hatırlatacak!
Son kez yüreğini yakacak...
Yokluğun, olmadığın zaman dilimini çeyrek geçiyor,
Unutmuş gibisin bıraktığın limanda,
Dönersin sanmıştım ama olmadı!
Deniz düşüyor şimdi aklıma, saklandığımız kuytular,
Sevmek geliyor aklıma, sırılsıklam ıslanmışız yağmur altında,
Sarmaş dolaş uykular geliyor aklıma ve sevişmelerimiz,
Sonra...
Ne kaldı ki geçmişten tatlı rüyalar haricinde,
Kaybolup da gittik mazide...
Var mısın, yok musun belli değil!
Gecelerin mahpusu, gündüzlerin yoksulu yüreğimle yapayalnızım!
Madem ki yoksun, madem ki olmayacaksın,
Senden son bir dileğim olacak,
Görünme artık gözlerime,
Dolanma yakınımda...
Ve sen, sen ol, unutma verdiğin sözü!
Ölüm demiştik ayrılığımıza, ölüm demiştik!
Gelme ne olursun, uğrama aşkımızın mezarlığına...
Maksat
Hasretin kalbine, sensizliğin alnına, ayrı geçen her güne,
Bir kurşun sıkacağım...
Benimkisi ne hayıflanma, ne de sızlanma,
Benimkisi bastırılması zor bir isyan,
Kırdım elime geçen ne varsa,
Bağırdım, çağırdım çılgınca,
Maksat, deli olmaksa,
Delirdim işte!
Üzerime geliyor her şey,
Bu ayrılık değil, bu bir hasret olamaz,
Bambaşka bir şey!
Maksat yaşamaksa, yaşıyorum işte!
Gönül bu, laftan anlamaz,
Ömür törpüsüdür ayrılığın,
Bilirim, çilem dolmaz,
Maksat esaretse, esirim işte!
Kabusların ortasında,
Acıların yanı başında,
Sessizliğin rıhtımında,
Sensizliğin koynundayım!
Maksat ölmekse sonunda,
Komadayım işte!
Gelmek varsa aklında,
Yolun düşerse sokağıma,
Unut gururu, sakın aldırma!
Maksat bana gelmekse,
Gelirsin işte!
Gelirsin...
Bir kurşun sıkacağım...
Benimkisi ne hayıflanma, ne de sızlanma,
Benimkisi bastırılması zor bir isyan,
Kırdım elime geçen ne varsa,
Bağırdım, çağırdım çılgınca,
Maksat, deli olmaksa,
Delirdim işte!
Üzerime geliyor her şey,
Bu ayrılık değil, bu bir hasret olamaz,
Bambaşka bir şey!
Maksat yaşamaksa, yaşıyorum işte!
Gönül bu, laftan anlamaz,
Ömür törpüsüdür ayrılığın,
Bilirim, çilem dolmaz,
Maksat esaretse, esirim işte!
Kabusların ortasında,
Acıların yanı başında,
Sessizliğin rıhtımında,
Sensizliğin koynundayım!
Maksat ölmekse sonunda,
Komadayım işte!
Gelmek varsa aklında,
Yolun düşerse sokağıma,
Unut gururu, sakın aldırma!
Maksat bana gelmekse,
Gelirsin işte!
Gelirsin...
Maraş pastanesi
Üç beş masa vardı dolu olan,
Bize ayrılmıştı, en köşedeki,
Bir çift kırmızı karanfil, bir de mum vardı ortada,
Ve sen siyah giymiştin, ben bembeyaz,
Hatırlar mısın...
Ben hiç unutmadım, hep aklımda o yaz,
Hep aklımda Maraş Pastanesi,
Ve hatırımda, tüm konuşulanlar,
Tek tek, kelime kelime, hece hece,
İlk ben söylemiştim,
Hatırlar mısın, seni sevdiğimi...
Ve sen biraz utangaç, biraz çekingen,
Ben de demiştin, ben de, sessizce...
Saatler uçup da gitmişti sanki,
O gün akşam ne çabuk olmuştu öyle...
İkimiz de farkına varmamıştık bile!
Ve bilemezdik, bilemezdik ki,
Bu son buluşmamız olacaktı,
Ağabeyinden gizli, gizli...
Ve ben, son kez bakacağımı gözlerine,
Ve bir daha birlikte gelemeyeceğimizi,
Maraş Pastanesine,
Nereden bilebilirdim ki...
Aradan tam altı yıl geçti,
Hala hep aklımdasın sen,
Atmadım hala, inanır mısın,
Beni sevdiğini yazdığın,
Maraş Pastanesinin peçetesini,
Ve hiç yıkamadan saklıyorum,
Nescafe damlayan beyaz gömleğimi,
Ve aldırmıyorum, ve hala seni seviyorum,
Seni seviyorum, evlenmiş olsan da o züppeyle!
Şimdi ister bana paranoyak de,
İstersen deli!
Umurumda bile değil, biliyor musun?
Ne seni unutabildim,
Ne de Maraş Pastanesini...
Bize ayrılmıştı, en köşedeki,
Bir çift kırmızı karanfil, bir de mum vardı ortada,
Ve sen siyah giymiştin, ben bembeyaz,
Hatırlar mısın...
Ben hiç unutmadım, hep aklımda o yaz,
Hep aklımda Maraş Pastanesi,
Ve hatırımda, tüm konuşulanlar,
Tek tek, kelime kelime, hece hece,
İlk ben söylemiştim,
Hatırlar mısın, seni sevdiğimi...
Ve sen biraz utangaç, biraz çekingen,
Ben de demiştin, ben de, sessizce...
Saatler uçup da gitmişti sanki,
O gün akşam ne çabuk olmuştu öyle...
İkimiz de farkına varmamıştık bile!
Ve bilemezdik, bilemezdik ki,
Bu son buluşmamız olacaktı,
Ağabeyinden gizli, gizli...
Ve ben, son kez bakacağımı gözlerine,
Ve bir daha birlikte gelemeyeceğimizi,
Maraş Pastanesine,
Nereden bilebilirdim ki...
Aradan tam altı yıl geçti,
Hala hep aklımdasın sen,
Atmadım hala, inanır mısın,
Beni sevdiğini yazdığın,
Maraş Pastanesinin peçetesini,
Ve hiç yıkamadan saklıyorum,
Nescafe damlayan beyaz gömleğimi,
Ve aldırmıyorum, ve hala seni seviyorum,
Seni seviyorum, evlenmiş olsan da o züppeyle!
Şimdi ister bana paranoyak de,
İstersen deli!
Umurumda bile değil, biliyor musun?
Ne seni unutabildim,
Ne de Maraş Pastanesini...
Kul duası
Hayallerim hep büyüktü,
Küçük olmadı asla,
Hep sınırları zorladım, sevgide, aşkta ve yaşamda,
Nedendir bilmiyorum,
Gülmedi yüzüm,
İsyanım sana değil Allah'ım,
Bitmedi derdim, bitmedi sıkıntım,
Görüyorsun işte, nasılda dardayım,
Uzat yardım elini, uzat ki kurtulayım...
Gün yüzü görmedim,
Hep yanlışlar, hep yalanlar,
Hep eğriler buldu beni,
Sönmedi yangınlarım, bitmedi yanılgılarım,
Kader deyip geçtim ama...
Tükendi bu kulun, tükendi,
Bir çıkış yolu, bir ışık,
Bir tutam sevgi,
Yetti canıma yalnızlık,
Yetti canıma artık...
Gül kokladım, dikeni battı,
Canım dediklerimin, canımaydı kastı,
Tükendi ömrüm, tükendi sabrım,
Bitsin bu zulüm, bitsin Allah'ım...
Bir sen biliyorsun beni, bir de ben,
Olmadı kimseye zararım,
Kötü demedim iyiye, iyi demedim kötüye,
İnandım ömrümce sevgiye, inandım iyiliğe,İsyanım sana değil Allah'ım,
Bitmedi derdim, bitmedi sıkıntım,
Görüyorsun işte, nasılda dardayım,
Uzat yardım elini, uzat ki kurtulayım...
Küçük olmadı asla,
Hep sınırları zorladım, sevgide, aşkta ve yaşamda,
Nedendir bilmiyorum,
Gülmedi yüzüm,
İsyanım sana değil Allah'ım,
Bitmedi derdim, bitmedi sıkıntım,
Görüyorsun işte, nasılda dardayım,
Uzat yardım elini, uzat ki kurtulayım...
Gün yüzü görmedim,
Hep yanlışlar, hep yalanlar,
Hep eğriler buldu beni,
Sönmedi yangınlarım, bitmedi yanılgılarım,
Kader deyip geçtim ama...
Tükendi bu kulun, tükendi,
Bir çıkış yolu, bir ışık,
Bir tutam sevgi,
Yetti canıma yalnızlık,
Yetti canıma artık...
Gül kokladım, dikeni battı,
Canım dediklerimin, canımaydı kastı,
Tükendi ömrüm, tükendi sabrım,
Bitsin bu zulüm, bitsin Allah'ım...
Bir sen biliyorsun beni, bir de ben,
Olmadı kimseye zararım,
Kötü demedim iyiye, iyi demedim kötüye,
İnandım ömrümce sevgiye, inandım iyiliğe,İsyanım sana değil Allah'ım,
Bitmedi derdim, bitmedi sıkıntım,
Görüyorsun işte, nasılda dardayım,
Uzat yardım elini, uzat ki kurtulayım...
Bozma asabımı
Gittin acılarınla,
Yokluğun cehennem sıcaklığı, varlığın yürek yarası...
Bulamadık bir türlü, eğrisini, doğrusunu, yalanını, yanlışını!
Bir sen vardın hatırımda, yalnızca sen,
Yittiğimde ve yitirdiğimde kendimi,
Zamanlı zamansız, dalgalar aldı götürdü,
Gök gürültüsünde, gök yüzü sessizliği sardı beni,
Soramadım gittiğin yerin sokağını, caddesini, adını sanını,
Hay ben böyle sevdanın, anasını avradını!
Günaha sokma beni gece vakti,
Çık gel her neredeysen, bozma asabımı!
Ne ayrılıkların, ne çalkantılı aşk serüvenleri yorar beni,
Bakma öyle sessiz kaldığıma,
Bakma sen sonu olmayan uzaklara daldığıma,
Bakma sen benim böyle yandığıma!Soramadım gittiğin yerin sokağını, caddesini, adını sanını,
Hay ben böyle sevdanın, anasını avradını!
Tek cümle ile anlatırım aşkı sana,
Gözün kör olsun, derdim ama
Neyse ulan!
Seviyorum seni,
Yaz, yüreğine yaz,
Böyle bir sevdayı, hiç bir yürek, hiç bir zaman, hiç bir yerde unutamaz!Günaha sokma beni gece vakti,
Çık gel her neredeysen, bozma asabımı!
Yokluğun cehennem sıcaklığı, varlığın yürek yarası...
Bulamadık bir türlü, eğrisini, doğrusunu, yalanını, yanlışını!
Bir sen vardın hatırımda, yalnızca sen,
Yittiğimde ve yitirdiğimde kendimi,
Zamanlı zamansız, dalgalar aldı götürdü,
Gök gürültüsünde, gök yüzü sessizliği sardı beni,
Soramadım gittiğin yerin sokağını, caddesini, adını sanını,
Hay ben böyle sevdanın, anasını avradını!
Günaha sokma beni gece vakti,
Çık gel her neredeysen, bozma asabımı!
Ne ayrılıkların, ne çalkantılı aşk serüvenleri yorar beni,
Bakma öyle sessiz kaldığıma,
Bakma sen sonu olmayan uzaklara daldığıma,
Bakma sen benim böyle yandığıma!Soramadım gittiğin yerin sokağını, caddesini, adını sanını,
Hay ben böyle sevdanın, anasını avradını!
Tek cümle ile anlatırım aşkı sana,
Gözün kör olsun, derdim ama
Neyse ulan!
Seviyorum seni,
Yaz, yüreğine yaz,
Böyle bir sevdayı, hiç bir yürek, hiç bir zaman, hiç bir yerde unutamaz!Günaha sokma beni gece vakti,
Çık gel her neredeysen, bozma asabımı!
3 Kasım 2017 Cuma
Çilekli Dondurma
Aklıma o an
için böyle bir çözüm gelmişti, sadece o “an” için söylediğim bir cümle yüzünden
bıraktım ona karşı olan sevgimi, o çay bahçesinde…
Yaşım henüz, on sekizdi eşimle tanıştığımızda, sevmiştim, hem de deliler gibi, hayat bana güzeldi, sevdiğiyle birlikte zaman geçirme şansı olan, kaç insan vardır ki, tadını çıkarıyordum bende…
Mandalina kokulu sokağın köşesinden aldım ilk kez onu, çarşının arka sokaklarından, ürkek adımlarla ilerleyerek çay bahçesine geçtik, sıradandı konuşmalarımız, oradan, şuradan buradan lafladık, sıradan olmayan tek şey karşılıklı olan aşkımızdı…
İnsan ilk sevgili olma teklifi ettiği kişinin, hayatının her anında yanında olacak kişi olduğunu bilse, öncesinde, belki başka aşklar da yaşamak ister ama benim öyle bir derdim olmadı, sevginin de, aşkın da en alasını yaşadık birlikte…
Çay bahçesine girdiğimizde, biliyor musun “çilekli dondurmayı çok severim” demişti, o ana kadar hiç tedirginlik ve yabancılık yaşamayan ben, avuçlarımın ısındığını ve terlediğine şahit oldum...
Yaşım henüz, on sekizdi eşimle tanıştığımızda, sevmiştim, hem de deliler gibi, hayat bana güzeldi, sevdiğiyle birlikte zaman geçirme şansı olan, kaç insan vardır ki, tadını çıkarıyordum bende…
Mandalina kokulu sokağın köşesinden aldım ilk kez onu, çarşının arka sokaklarından, ürkek adımlarla ilerleyerek çay bahçesine geçtik, sıradandı konuşmalarımız, oradan, şuradan buradan lafladık, sıradan olmayan tek şey karşılıklı olan aşkımızdı…
İnsan ilk sevgili olma teklifi ettiği kişinin, hayatının her anında yanında olacak kişi olduğunu bilse, öncesinde, belki başka aşklar da yaşamak ister ama benim öyle bir derdim olmadı, sevginin de, aşkın da en alasını yaşadık birlikte…
Çay bahçesine girdiğimizde, biliyor musun “çilekli dondurmayı çok severim” demişti, o ana kadar hiç tedirginlik ve yabancılık yaşamayan ben, avuçlarımın ısındığını ve terlediğine şahit oldum...
İlk aklıma
gelen “çilekli dondurmanın fiyatıydı” iki tane söylesem, param yetmeyebilirdi…
Yokluğun ortasında, kendi halinde demlenmeye bırakılan çaydanlık gibiydik o zamanın gençleri olarak, kimse sormazdı harçlığın var mı diye, bilirlerdi, bir şekilde harçlığımı çalışıp kazanacağımı, ben de bilirdim, onların bana harçlık verebilecek kadar paraları olmadığını…
Garson sipariş almaya geldiğinde, heyecanla, bana bir çilekli dondurma demesi hala gözlerimin önünde, bana ne alırsınız diye soran garsona “ben dondurma sevmem” yanıtını vermiştim.
Yokluğun ortasında, kendi halinde demlenmeye bırakılan çaydanlık gibiydik o zamanın gençleri olarak, kimse sormazdı harçlığın var mı diye, bilirlerdi, bir şekilde harçlığımı çalışıp kazanacağımı, ben de bilirdim, onların bana harçlık verebilecek kadar paraları olmadığını…
Garson sipariş almaya geldiğinde, heyecanla, bana bir çilekli dondurma demesi hala gözlerimin önünde, bana ne alırsınız diye soran garsona “ben dondurma sevmem” yanıtını vermiştim.
Param olmadığı için söylediğim bu cümlenin, bir ömür boyu üzerime yapışacağını bilemezdim…
O günden sonra, cebimde param da olsa, eşim servise gelen garsona hemen yapıştırır “o dondurma sevmez” ben de eşime, aslında en çok "çilekli dondurmayı" sevdiğimi asla söylemedim veya söyleyemedim...
Olsun, belki dondurma yemedim onunla olan hayatımda ama dünyanın en güzel dondurmasına bile değişmeyeceğim bir aşka sahip oldum…
İşte bu yüzden “ben dondurma sevmem”
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Özgürlük
Önce kocaman bir yürek taşıyacak Sonra uğrunda savaşacaksın, Sende yoksa o yürek Boşuna sesini yükseltip bağırmayacaksın! Bu yol bildiğin ...

-
Biz, pazar yerlerine hava karardığında giderdik çocukluğumuzda, ben pazarların akşamları kurulduğunu sanırım, çocukluk işte... Annem usulc...
-
Beyaz martıyı beklerken, siyah kargayla dertleşmekten sakınmam... Hepimiz yaşarız bazen bu tür duyguları, şöyle deniz kenarına ineyim, ma...