6 Ekim 2017 Cuma

SAHİBİ MALINA BU KADAR MI BENZER...

Ne kadar da benzer olduk elimizdeki Android telefonlara... Sürekli biten enerjimizle, şarjı biten telefonumuz gibiyiz... Çakma şarjlarla hasar gören telefonumuz ve yediğimiz gıdalarla hasar görmemiş uzvumuzun kalmadığı gibi.. Yüklediğimiz virüslü programlarla çöken işlemcisi gibi telefonumuzun, sahte yüzlerle hasar görmüş, allak bullak olmuştur ruh dünyamız.. Ne çabuk da unuturuz her şeyi, sık sık güncellenmemiz gerekir... Aklımız hep sessizdedir, titreşime aldığımız vicdanımızın karşısında... Değişen ekran görüntüsü gibi değiştiririz sık sık imajımızı... GSM operatörüne kızıp değiştirdiğimiz hattımız gibi, değiştiririz en küçük menfaat çekişmesinde siyasi görüşümüzü... Sim'in, makinenin ve harici kart hafızasının yetmediği gibi, dünyaya olan açgözlülüğümüz ve ihtirasımız karşısında doymaz gözümüz... Bluetooth özelliği gibi gizli saklıdır işlerimiz.. WhatsApp, Messenger dedikodularımızda, İnternet, uyurken üzeri açılmış adamın kabusuna benzer adeta... Telefonumuzun sesli komut sistemi gibi, komutlarla idare edilir olduk... Aldığımız toplu mesajlar gibi, bilemeyiz söylenen sözün nereye gittiğini.. Ve okunmayan mesajlar gibidir sözlerimiz, ne söyleneni dinleriz, ne de söylediğimiz dinlenir... Ya son sürüm telefonlar kadar havalı ve gösterişli, veya tuşlu telefonlar gibi itibarsız ve ezik ruh hallerindeyiz... Haricen bir sürü program yükleriz telefonumuza... Başlarda hoştur, eğlencelidir... Ve bir an gelir o kadar yüklemeyi kaldıramaz, çalışamaz duruma düşer... Fabrika ayarlarına döndürmek zorunda kalırız cihazı kurtarmak için... Değil mi ki, taşıyamayacağımız kadar yüklenmişiz hayatı ne varsa lüzumsuz olanları... Kaçımıza nasip oluyor fabrika ayarlarına dönebilmek... Belki de elimizdeki Android’den ilham alacağımız en büyük özellik bu olsa gerek... Fabrika ayarlarımıza dönebilmek dileğiyle. BOHEM

Ortada Olmak



Bir sağda olanlar vardır, bir solda olanlar, bir de ortada duranlar. Sağda ve solda olanlar bıçağın keskin yüzeyi gibidir, iyi olan kötü, kötü olana iyi diyebilecek kadar siyasi düşünürler olayları. Duruma göre hareket eder, bulundukları grubun çıkarları ve kendi çıkarlarını ön planda tutarlar. Bu kişisel bir durum değildir, bulunduğu bir grup varsa, oranın şartlarına göre hareket eder insanoğlu, bu yaratılıştan gelen içgüdüsel bir durum, değiştirmek zor... Ne zaman değişir, ancak bulunduğu grubu terk edip, ortaya geçtiğinde ve olaylara objektif bakmayı başardığında gerçeği görebilir bazı insanlar. Ortada olanlar, pek bir araya gelemez ve bir grup oluşturamaz, çünkü daima olayları objektif bir bakış açısıyla değerlendirir, doğruya doğru, eğriye eğri deme özgürlüğüne sahiptirler. Bağımlı değildirler, bağımlı olanlar gibi hareket etmezler ve özgürlüğün tadını çıkarırlar. Gerçekten ortada olmak isteyenler zaten ortada olurlar ve ortada olmanın bedelini de bir güzel öderler. Yaşananlar içinde menfaat varsa bile ortadakilerin ilgisini çekmez. Menfaat elde etmek isteselerdi zaten ortada olmazlardı! Şimdi akla gelen soru şu, insanlar neden ortada durmak varken, sağda, solda veya başka bir yerde bulunma isteği duyarlar? Bunun ekonomik, sosyolojik, kültürel ve daha da çoğaltılabilecek birçok nedeni vardır elbet ama yukarıda da dediğimiz gibi, insanoğlunun en büyük zaafı menfaat hastalığıdır. Bir yerlerde menfaat bulacağını hissetmeye görsün, ne şeref kalır, ne haysiyet, ne de namus… Bir Avrupa ülkesi ile biz doğu kökenli insanların arasındaki en büyük fark da buradan kaynaklanıyor. Beğenmediğimiz bir Avrupalı işin içinde menfaat bile olsa, safını değiştirmezken, bizim gibi ülke insanları anında değiştirebilmektedir. Bunu anlamak için çok araştırma yapmaya veya konuları irdelemeye gerek yok, görünen köy kılavuz istemez… Ne zaman menfaatlerimizden vazgeçer ve gerçekten ortada durmayı başarırsak o zaman refah seviyemiz yükselecektir. Bir ev sahibi olmak, bir araba sahibi olmak veya bir şeylere sahip olmak değil bahsettiğimiz refah seviyesi, insan olabilmekten bahsediyorum. Oturup kendisini sorgulayabilen insanlardan olmak gerekir. Belki birçoğumuzun yapmadığı, yapamadığı ya da yapmak istemediği budur. Ortada olmak, cesaret ister, yürek ister, bedel ödemek gerekir, bunu yapabilen insanların çoğalması, bir ülkenin geleceğinin aydınlık olması için yeterlidir. Sağda, solda, yukarıda, aşağıda veya herhangi bir uç noktada durmak önemli gibi görünebilir, oysa insanın onurlu duruşu her şeyden değerlidir. Geleceğine gerçekten bir şeyler taşımak isteyenler, ortada durmayı başaranlardır… Ortada olabilenlere selam olsun… OMC

Eşek Hikayesi

Hikaye bu ya, bir gün eşeğin biri bir çiftliğin önünden geçer, bakar ki bir ilan asılı kapıda. Çalışmak isteyen eşeklere günlük ekstradan 10kg arpa verilir yazmaktadır. Eşek her gün yarım kilo samana talim edip, bir de sahibinden şikayetçi olunca, ilk fırsatta kaçar ahırdan, yolda giderken karşılaştığı tüm eşeklere de gördüğü ilandan bahseder... Gelir çiftliğe ve ben çalışmak istiyorum, şartları kabul ediyorum der. Derken, günler günleri kovalar ve çiftliğe yüzlerce eşek gelir. Çiftlik sahibi verdiği sözü tutar ve gelen her eşeğe yiyecekleri haricinde arpalarını da verir. Aylar sonra iyi bir arpa sahibi olan eşekler, homurdanmaya başlarlar, çok çalışıyor ama hakkımızı alamıyoruz derler. İlk gelen eşeği de sözcü yaparak, çiftlik sahibine yollarlar. Çiftlik sahibi yeni istekleri duyunca hem şaşırır, hem de hiddetlenir. Dışarıda sizin çalıştığınızın yarısına, çok daha fazla iş yapacak, yük taşıyacak ve çalışacak eşek var, aha çiftlik, aha çit beğenmeyen çıksın gitsin der. Sözcü eşek boyunun ölçüsünü almıştır, merakla dışarıda bekleyen eşeklere, kusura bakmayın ama çiftliğe çok ağır bir yükümüz olduğundan, çiftlik zor durumdaymış, der... Aylar sonra eşeklerin bu kalkışmasına kızan çiftlik sahibi, hem arpayı kısar, hem çalışma şartlarını daha da zorlaştırır. Eşeklerin neredeyse canları çıkmak üzeredir ama yine de çiftlik hala dışarıya göre avantajlıdır. Dışarıdan avantajlı olduğunu düşünen eşekler, çiftliğin her türlü olumsuzluğuna göz yummaya devam ederler... Bir süre sonra şartlar artık çekilmez boyutlara ulaşmış, dışarıda ki şartlardan bile kötü duruma gelmiştir, çiftlik sahibi eskisi gibi değil, çok gaddar birisi olup çıkmıştır ama eşekler dışarıya gitmeye cesaret edemezler. Çiftlik yaşanılası durumdan çıkmış olmasına rağmen, çiftlikte kalmaya devam ederler. Çünkü gitmek için ne kapıları vardır, ne de eski sahiplerine karşı yüzleri... Bir süre sonra şartlar o kadar değişir ki, biriktirdikleri arpalara bile el koyulur, aç karına çalışmaya devam eder eşekler, hatalarını anlarlar ama iş işten geçmiş, çiftlik sahibinin eline düşmüş, şartlar ne olursa olsun çiftlikte yaşamaya mecbur kalmışlardır... Eşeklerin uyanıklığı ve iş bilmezliği onlara çok pahalıya mal olmuştur. Ölünceye kadar bu çiftlikte yaşamaktan başka çareleri yoktur..! Zamane eşekleri mi? Onlar da hala aynı, eşek eşektir, değişir mi? BOHEM

Olduğu gibi yaşa



Kimseye çaktırmadan yaşa hayatı, kimseleri rahatsız etmeden, gürültü çıkarmadan, sessiz olsun çığlıkların, yani bir kendin duy isyanlarını... Bir sen bil yakarışlarını, kimse farkında olmasın söylediklerinin, anlattıklarını varsın kimseler anlamasın, anlamak zorunda değil kimse seni ve anlatmak zorunda değilsin kendini... Vadide kıvrılıp giden yol gibi olsun duygu ve düşüncelerin, dümdüz olması bir şey ifade etmiyorsa, esnek olmayı dene, değişime açık olsun beyin kıvrımların, değişmek vazgeçmek demek değildir... Değişirken sağlam olsun duruşun, değişmesin karakterin, kimse farkına varmasa da, sen farkında ol ve aynı oluşunun keyfini çıkar arada bir... Bir bardak demli çayı yudumlarken, çayın tadı damağında kalsın, bittiği zamanı düşünme, nasıl olsa yeniden demlenir her demlik ve her demlenen çayın lezzeti farklıdır, tıpkı içinde taşıdığın ruh gibi... Sert bir rüzgar esiyorsa tam karşından, eğme başını, dimdik yürü, belki cildine hasar verir ama karakterine dokunamaz, bunu unutma... Hayatın haykırışları tırmalarken yaşamını, sen tırmalanmayan yanlarını elinde tutmaya çalış, tutamıyorsan eğer bu senin kabahatin değil, kaderci ol... Kaderci olmak zarar veriyorsa sana, boş vermek gerek bazen, yaprak gibi olmalı veya bulut gibi veya tüy gibi, nereye isterse oraya git, unutma ki gemi çekilen at gitmek için çabalamaz ve durur olduğu yerde. Gem vurulmak gitmesin zoruna, insan olmak kolay mı, bazen hayvan olmak daha kolaydır insan olmaktan, bunu unutma... Aklın varsa, başka akıllar da var yeryüzünde, sen doğruları yaşarken, senin doğrularının yanlış olduğunu düşünen akıllar da var bu hayatta. Yargılamanı yapacaksın elbette ama karar veren sen olmayacaksın bu hayatta, senin dışında bir karar varsa hayatına dair ve buna yetmiyorsa ne aklın, ne de gücün direnme, boş ver... Olduğu gibi yaşamalı hayatı insan, olmasını istemediklerinin önüne geçmeye çalışmakla geçti milyonlarca insan bu yeryüzünden ve hiç birisi istediklerinin tamamını yapamadı... Gelip geçtiğimiz bu yollardan, neler geldi, neler geçti, hiç birisi istediklerini, istediği şekle sokamadı bunu da unutma... BOHEM

Samimiyetsiz yaşamlar




Yaşam öyle garip bir hal almaya başladı ki, anlamak mümkün değil... Mesela Abdülhamit dizisini izleyerek, vatansever olduğuna inanan insanlarımız var. Polat Alemdar izleyerek kendine bir misyon yükleyen ve o şekilde hayatını şekillendirmeye çalışanlarımız var. Podyumdaki mankenlere hayran, onlar gibi bir yaşam sürmek isteyen ve sonunda hüsranı yaşayan bir genç kızdan, yukarıda yazdıklarımızın ne farkı olabilir? Televizyon insanlarımızın yaşam şekillerini değiştirecek kadar güçlü bir yayın ve iletişim aracı olmuş ülkemizde, bunun birçoğu farkındadır elbette ama bu kadar etkili olmasının nedenleri üzerinde bir çalışma yürütülüyor mu, merak ediyorum... Şayet böyle bir çalışma var ise faydalı olabilecek alternatif bir eylem planımız var mıdır? Bir ülkenin savunma gücü sadece askeri kollardan mı olmalıdır? Medya konusunda bir savunma gücü üzerinde neden çalışmalar yapılmaz veya yapılıyorsa faydaları görülmez? Ben, içi boşaltılmış ve çürütülmüş bir toplumdan daha tehlikeli bir ülke düşünemiyorum..! Televizyonda izledikleriyle gündem değerlendiren, olayları irdeleyen, dünya görüşünü şekillendiren bir toplum düşünebiliyor musunuz? Ne kadar vahim bir durum olduğunun farkında mısınız? Eğitimin önemi üzerinde yıllarca konuşulmuştur, tartışılır, sistemler masaya yatırılır, sonuçta varılan nokta hep aynıdır "ezberci" eğitim sistemiyle sonuca ulaşılmaya çalışılır. Ezbercilik bir eğitim sistemi olabilir mi? Olma ihtimali var mıdır? Medyanın bir ülkede bu kadar etkin olmasının en önemli nedenlerinden biridir ezberci eğitim sistemi anlayışı... Peki, sosyal medya dediğimiz ortamlarda yaşananlara ne demeli? Bazen, gerçek hayattan o kadar uzaklaşıyor ki insanlarımız, yaşamın sosyal medyadan oluştuğunu sanmaya başlıyorlar… Bir eşim dostumla bir yerlerde çay kahve içmeye korkar hale geldim. Pat diye bir resim çekiliyor ve güm diye bir yerlerde paylaşılıyor. Paylaşmaya bu kadar meraklı ve paylaşımı bu kadar seven bir toplum olduğumuza pek inanmayan birisi olarak, sosyal medya alanındaki bu paylaşım çılgınlığını anlayamıyorum… Nasıl ehliyeti olmayanların, araç kullanması yasaklanıyorsa, sosyal medya kullanmak için de bir yeterlilik belgesi alınması taraftarı olduğumu söylemeden geçemeyeceğim, çünkü durum oraya doğru hızlı bir şekilde ilerliyor ve bunun önüne geçmek artık mümkün değil… Kişisel eğitim konusunda faaliyet gösteren yeni eğitim kollarına ihtiyaç olduğuna inanıyorum. Toplumsal eğitimi başaramadık ve başaramayacağız en azından kişisel olarak bu konuları aşmamız gerekiyor. Bunun için çok şeye ihtiyaç yok, sadece farkında olalım bazı şeylerin yeterli. Nelerdir bunlar, saygı, sevgi ve birlikte nasıl yaşanacağına dair bazı ipuçları hepsi bundan ibaret… Sözde hepimiz aynıyız, Ama nedense hep ayrı ayrıyız, Tek ortak noktamız, ayrılığımız, Birlik ve bütünlükten bahsederken olan samimiyetsizlik, hayattaki en samimi yönümüz olsa gerek... Kim kimi kandırıyor, bir tek onu anlamadım... BOHEM

UMUT




Umut hayatın içinde yaşadıklarımızı çekip giden bir lokomotif gibidir...

Umudunu yitirdiğinde, asıl kayıplar başlar ve önüne geçilemez bir diz çöküş başlar insan için. Koskoca krallıklar, imparatorluklar ve toplumlar umutlarını yitirdiğinde kaybetmenin acısını yaşamışlardır. Tarihten bir çok örnek verilebilir bu konuda...

İşte bu yüzden mücadele gücünü, çalışma azmini kaybetmemeli insan, yarının ne olacağını tahmin edenler olabilir ama kesin sonucu bilen, bir yaratılmış yok yeryüzünde...

Çıkmaz sokakların içinde bile yaşam vardır, bir çıkış yolu bulunur, olmadı geri döner, başka bir sokaktan geçmeyi deneriz, o zaman umudumuzu kaybetmeye gerek yok, sürekli denemeliyiz. Hayatın ve yaşamın belki de göremediğimiz güzel yanı, sürekli deneme şansımızın olmasıdır.

Başarı kıstası nedir ki, umudumuzu yitirelim. Gerçek başarı, vazgeçmemek ve direnmektir bunu yaşam biçimi haline getirmektir. Durum ne olursa olsun, şartlar ne olursa olsun, denemelerimizden vazgeçmeyelim. 

Karanlık gecelerden sonra, doğan bir güneş var bunu unutmayalım. Kimin güneşi, ne kadar parlak veya ısıtıcı, bunun hesaplarını yapmadan, bulunan güneşimizden faydalanma yolunu arayalım yeter. 

Heyecanımızı yitirmeden, pes etmeden, kaybetme korkusu yaşamadan, denemeye devam edelim. 

Bir profesörün "kesinlikle yürüyemez" raporu verilen hastanın, yürüme ısrarı biter mi, bitmez, bitmemelidir, denemelidir, denediği sürece hayata bağlanacaktır, yürüyebilir mi, yürüyemez mi o bilinmez, önemli olan azimle denemesidir. 

Yürüyememiş olması değil, yürüyebilme ihtimalidir onu hayata bağlayan ve yürümeye olan inancıdır onu yürüme isteğine yönlendiren...

İnandığımız, çalıştığımız, denediğimiz sürece hayat devam eder, yoksa sürekli takılan bir saat misali, saatin değil ama hayatın dişlilerine takılan bizler oluruz...

Umudumuzu kaybetmeyelim, geleceğin güzel olması dileklerini uçuralım gökyüzüne, sesimizi, çabamızı, arzumuzu bir duyan mutlaka olacaktır...

Ardımızda bırakacağımız tek gerçek, umutlarımız olacaktır, başka bir şey değil...

Sakız




Hocaya sormuşlar :
- Hocam! Tuvalette sakız çiğnemekte dinen bir sakınca var mıdır ?
Hoca gülümseyerek,
- Dinen bir sakınca yok ama ağzınızda bir şey çiğneyerek heladan çıktığınızı görenler başka türlü düşünebilirler...

Günümüz siyaseti de yukarıdaki diyalogdan farksız değil..! Kimin ne amaçla neyi yaptığını anlamak kolay değil ve hatta imkansız.

Gündemi takip etmemek için elimden geleni yapıyorum, fakat ne mümkün, haberlerden kaçarken, internette yakalanıyorum, oradan kaçmaya çalışırken birileri bahsediyor ve ister istemez aklıma bulaşıyor, ne yaparsan yap, çok afedersiniz sümük gibi!

Burada isimlerden bahsedip de gerilmek ve germek istemiyorum genel olarak siyasetin girdapları arasında yok olup giden vatandaş oluyor, işte bu ilgilendiriyor beni, en çok ve en az kendime üzüldüğüm kadar, üzülüyorum memleketim insanına...

Bir insan, bu gün için miktar az veya çok yaklaşık 8-10 fatura ödemeye çalışıyor her ay ve bunları ödeyemediği zaman hayatı yaşanamayacak duruma geliyor, görüyor, yaşıyor ve duyuyoruz bu tür şeyleri....

Durum çok iyi demeyi gerçekten çok isterdim ama durum hiç öyle değil ve olmayacak gibi de görünüyor. Bunu anlamak için ekonomi okumaya gerek yok, yapılan zamların oranını görünce ne denli zor bir 2018 yılı bizi bekliyor görebiliriz.

Bu yıl içinde, turizm dip yaptı, kapasite olarak belki dip yapmadı ama ortada kazanç olmadığı için, doluluk oranları yüksek olsa bile durum böyle, inşaat sektörü de dip yaptı, her ne kadar televizyonlarda her an reklamlarına maruz kalsak da, bu iyi kazandıkları için değil, kazanamadıkları için baş vurulan bir yoldur. Bu ülkenin benim bilmediği başka bir lokomotif sektörü var mı?

Alım, satım ve küçük ticaretle uğraşan esnafı konuşmaya bile gerek duymuyorum, kirasını, faturalarını ödeyebildiği için kendilerini şanslı görenler olabilir ama koca bir çoğunluk, şu an bunu bile yapmaktan yoksun..!

Gelelim siyasilerimize, onların durumu iyi, ekonomiyle fazla işleri yok, nasıl olsa bir şekilde kazanır, kazandırır ve durumlarını idare etme yolunu bulurlar "altta kalanın canı çıksın" ata sözümüz buraya iyi yakışır, çünkü onların yaşam felsefesi bundan ibaret...

Bugün Erbil, Kerkük ve o taraflarda iş yapmaya çalışan küçük sermayeli insanların durumunu hiç konuşan var mı, veya oralarda çalıştığı için kredi kullanan, ev alan, araba alanların durumu nedir bilen var mı? Konuşan, dillendiren var mı? Önemli değil, felsefe belli, küçükler önemli değil, büyük ölçekliler başka bir bölgeye kaydırılır olur biter...

Evet şöyle bir gerçeği de atlamamak gerekiyor, dünyada ekonomi bu yönde ama insanlarımız için hiç mi bir şey yapılamaz?

Ben bu sorunun cevabını arıyorum sadece...

Ekonomi iyi, durum iyi sakızını çiğneyenlere sesleniyorum, olur olmaz yerlerde sakız çiğnemekten vazgeçin, millet yanlış anlayabilir...

BOHEM

21 Mart 2017 Salı

Hiç bir şey düzelmez...




Hayatında ters giden bir çok şey varsa, hiç düzelecekmiş gibi filan hayallerin olmasın, yok, aksini söylüyor veya düşünüyorsan da sen onu benim külahıma anlat. Şu atasözlerimize bayılıyorum cart diye yapıştırıp geçiyorsun gereken yerlere, harcın içine katılan çimento gibi! O olmazsa sıva da tutmaz, duvarda örülmez, bina da dikilmez, aha bu kadar da önemli benim için atasözlerimiz...

Konumuz atasözleri değil elbet, bana ne atasözlerimizden, derleyenler derlemiş, benim küçücük beynimde de bazıları yer etmiş kullanıyorum, hepsi bu...

Gelelim iyi düşün iyi olsun, olumlu düşün olumlu olsun zırvalamalarına. Bunları yıllar öncesinde bırakalı çok oldu, eskidendi yani. Hayatın yumruklarını yemeye başlayalı, umursamıyorum o tür zırvalıkları. 


Güçlü olmaya çalışmakla, ayakta kalmaya çalışmakla tüketiyoruz ömürleri, sonra mı, sözde başarılı oluyoruz, çünkü reelde öyle bir şey yok..!

Ömür her birimize bir güzel tecavüz ederken biz altında, acımadı ki, bir şey olmadı ki zırvalarını sayıklıyor duruyoruz...

Negatiflik mi, sonuna kadar negatif olacaksın, karamsarlık mı en sonuna kadar uzanacaksın, sittiret gerisini, gerçeği yaşayacak, gerçeklerle kucaklaşacaksın, gerisi hikayeden işler.

Hele birilerini mutlu etmeye filan çalışmak var ya, of of of işte hayatının en büyük hatasıdır diyebilirim. Bunu benden başka kimse demez sana emin ol, salla gitsin birilerini mutlu etmeyi filan, emin ol, o mutlu etmeye çalıştıkların en önce tecavüz eder geçer sana..!

Sonra bir bakarsın, yapayalnız kalmışsın, ne mutlu etmeye çalıştıkların olur etrafında, ne eş, ne dost..!

Dost dediğin nedir diye sorarsan, onu da kısaca anlatayım, dost dediğin, senden bir şey beklemez, senden geri istemez, varsa da istemez, yoksa da istemez ama sen ona bir şeyleri çaktırmadan verirsin, ister madden, ister manen...

Böyle bir dostun var ise çok şanslısınız, ben mi, evet şanslıyım bir tane dostum var...

Konuyu dağıtmayalım, gerçeği yaşayacaksınız, iyi de olsa, kötü de olsa, mutluluk oyunları filan oynamayın kendi kendinize, gerçi oynasanız da elinizde patlar nasıl olsa!

Yaşayın ve görün...

Olumlu düşünmekle bir şeyler düzele bilseydi, emin olun ben çok şeyleri düzeltmiş ve hayatından memnun bir adam olarak yaşardım, burada da böyle zırvalamazdım...


Dip Not:Karanlık ve kapalı havaların karamsarlığına verin bazen yazdıklarımı...








17 Mart 2017 Cuma

Hayatın sundukları

Hayatın sunduklarını kabul etmekten başka çaremiz yok sanırım. Hem fazlasıyla duygusal, hem bir o kadar çekilmez olursa ruh, anlamsızlık sarıyor çevresini insanın...

Başkalarında olan kusurları araştırıp bulmaya çalışanlara şaşırıyorum, neden insan içinde bulunan saçmalıkları temizlemek dururken, başkalarının kusurlarıyla uğraşır?

Çok mu zamanı var bu tür insanların diye soruyorum kendime ve cevapsız kalacak sorulardan birisiyle karşı karşıya kalmanın yorgunluğu alıp götürüyor beni derinlere...

Derinleri sever mi, insan? Seviyor orada yaşamaya alışınca, sevmek belki tam olarak karşılığı olmasa da, alışkanlık diyelim. Hepimiz aslında alışkanlıklarımızın bedelini öderiz hayatımız boyunca. Ödemesek bile bir hesap pusulası saklıdır derinlerde...

4 Şubat 2017 Cumartesi

ikinci kişi




İnsanın ölmek için bile bir ikinci kişiye ihtiyacı var, en azından ardından üzülecek yasını tutacak birisine...

Bu yüzden yalnızlık iyi değildir, iyi olduğunu söyleyenler de yalancıdır. Yalnızlığın nesi iyi olsun ki...

İkinci kişidir bir insanın hayatına anlam katan, yozlaşmaktan kurtaran. Tek kişi sessizdir, kimsesizdir, sıcakta bile üşür, soğukta zaten donar..!

İkinci kişileri yormamak lazım, üzmemek lazım, kırmamak lazım. İkinci kişinin kim olduğu çok önemli değil, bazen bir anne, baba, kardeş, sıkı bir dost veya sevgili, eş ama mutlaka olmalı insanın hayatında...


İkinci kişilerdir hayata anlam katan...

Anlamsız bir hayatı yaşamak ne gibi bir artı katar insana, oysa anlamsız bulduğun bir çok şeye anlam katacak olan ikinci kişidir, bazen bir nefes, bazen bir gülüş, bazen bir bakış.

Artıları, eksileri, varları, yokları topluyorum bir araya, valizim dolu anlayacağınız, bir kalem, bir not kağıdı kalır bazen dışarıda, onu da karalayıp doldurmaktır vazifem, onu doldurmak için bile ikinci kişiye ihtiyaç duyarım. İkinci kişiyle çarpışır düşüncelerim, hayallerim, umutlarım, yarınlarım, iyi ki varsın derim...



















1 Şubat 2017 Çarşamba

Hazımsızlık

Bazen öyle anlar gelir ki, dünyadan nefret edersin, nefret etmenin bile ötesine geçmek istediğin anlar olur.

Her insanın içinde bir yaşama sevinci vardır, olmasa bu kadar bağlanır mıydık, sonunun ne olacağını bilmediğimiz yaşam yolculuğuna. Kimi zaman çok sabırlı olsak da, çoğu zaman o sabırdan tek bir bukle bile kalmayabiliyor...

Evrenin türlü oyunlarına maruz kalan bizler, evrenin kurulduğu günden bu yana çeşitli sıkıntılara, belki de bazılarımıza göre, işkencelere maruz kalıyoruz...

Doğrudur, insan olmak mücadeleyi gerektiriyor veya öyle olduğunu düşünmemizi sağlıyor hayat ama nereye kadar? Tahammül sınırlarınızın sonuna geldiğini düşündüğünüz anlarda, sığınacak, umut edecek bir şeyler bulmalıyız, bulmalıyız ki, yaşama tutuna bilelim...

Hayatı kolay olanlardan değilim veya olamadım, olmak ister miydim, sanırım olmak isterdim..!

Sürekli mücadele etmek, geleceği daha güzelleştirmek, iyi anlar yaşamak için verilen mücadelenin bir ödülü olmalı insana. Eğer o ödüle ulaşamıyor veya boş verin ödülü en azından mücadele etmenin bir karşılığı olmasını bekliyorsan, bir şeyler güzel olmalı arada bir olsa da...

Yorgunluğun üzerine içilebilen demli bir bardak çay bile insana iyi gelebilirken, onu da bulamıyorsan verdiğin mücadele sonunda, sorun çoğalarak büyüyor.

Yaşananların birikimi, hazımsız bir mide gibi rahatsız ediyor insanı. Keşke hayatın da bir sodası olsaydı da içip rahatlasak..!

Bir makinist olsaydık veya bir kaptan ve işimizi çok iyi bilmemize rağmen, birikimlerimize rağmen, istediğimiz yere ulaşamasaydık, zor gelmez miydi? Gelirdi elbet, gelmez diyen yalan olur...

Şimdi gecenin bir yarısında, başlayacak günün sancılarını yaşarken ruhum ve bedenim, karşılığını alamadığın çalışmaların hazımsızlığıyla kıvranıp duruyor...

Kim bilir güneşin ilk ışınlarıyla nasıl sorunlar kucaklayacak beni, sarıp sarmalayacak...

...



Özgürlük

  Önce kocaman bir yürek taşıyacak Sonra uğrunda savaşacaksın, Sende yoksa o yürek Boşuna sesini yükseltip bağırmayacaksın! Bu yol bildiğin ...