20 Ekim 2017 Cuma

Hızlandırılmış yaşam...


İstemeden de olsa, hayatı hızlandırdık, sanki çok uzun bir ömre sahipmişiz gibi...
En hızlı uçaktan, en hızlı trenden, en hızlı ne varsa ondan, daha hızlı hale getirdik, “getirdiler” buraya, daha uygun aslında…
İnsanı şaşırtan yanı, hiç birimiz garipsemedik bu durumu, ilerletip sahiplendik bile. Bireysel olarak bu hızlılık içerisinde öyle şeyler yaşanıyor ki inanılmaz boyutlara ulaşıyor. Kişilere sunulan sanal hayatta, herkes mutlu ve hayatını sürdürüyor.
Özgürlüğümüz sanal, düşüncelerimiz sanal, paylaşımlarımız sanal, gerçek olan tek şey modernize edilmiş köleliğimiz…
Kahvehane köşelerinde kurtarılan ülke pozisyonundan, yüzyılın hızlı iletişim aracı olan sosyal paylaşım sitelerine terfi etmenin kıymetini de iyi bilmek gerek. Eskiden birkaç arkadaşa içimizdekileri anlatabiliyorken, bu gün yüzler, binler, milyonlara aynı anda derdimizi veya görüşlerimizi aktarabilir konumundayız.
Kendimizi daha da hızlı hale getirmeye çalışırken oluşan yorgunluğumuzu bile, hızlı bir dinlenme şekline çevirme çabamızı da takdirle karşılıyorum…
Oysa birer kaplumbağaya döndüğümüzün keşke farkına varabilseydik. Aslında hızlandırılmış yaşam arasında, “slowmotion” yani yavaşlatılmış görüntü karesi olduğumuzun, en küçük tıkırtıda, başımızı kabuğumuzun içine çeken, sindirilmiş kişilikler taşıdığımızın idrakine bile varamıyoruz. Sanal kabuğumuzu kırılmaz sanıyorsak, yanılıyoruz, bir gün o kabuğumuz kırıldığında anlarız gerçeği…
Hiç birimiz asla Fatih Sultan Mehmet olamayacağız, Atatürk olamayacağız, bu hızlı yaşamın içinde, onlarla gizli bir yarış içinde olmaktan başka bir şey yaptığımız yok..!
Onların yaptıklarını rol model almak güzel ama onlarla yarışmak nasıl bir psikolojidir acaba? Biz buna kısaca geçmişte yaşamaktan kurtulamayan, yeni nesil hızlı yaşamcılar diyebilir miyiz, dedim bile..!
Artık hiç kimse, sahip olduğunu sandığı şeylere güvenmesin, yenidünya düzeninde demokrasi deyip, terörist deyip veya hiçbir neden göstermeyip, sahip olduğunuzu sandığınız şeylere el koyabilirler. Bankada yer alan paranız, eviniz, arabanız ve hatta çocuğunuz bile elinizden alınabilir..!
Buna hazırlıklı olun, bir gün başınıza böyle bir şey gelirse, ki gelmesini asla istemem, şaşırmayın, derim…
Patron benim diyen bir sistemin içindeyiz, çok hızlı olduğumuzu düşünsek bile, aslında bir o kadar yavaşız, sadece bize gösterilen ön plandaki görüntüleri değil, arka planda geçen kareleri görmeye çalışalım.
Boşuna aramayın, ortada patron filan yok, yapay zekanın oyunları bunlar…
Kim bilir belki de ben böyle olduğunu sanıyorum, umarım yanılıyorumdur...
BOHEM

16 Ekim 2017 Pazartesi

Siz ne biriktiriyorsunuz?


Hiçbir zaman biriktirme huyum olmadı. Belki de doğamda var bu, biriktirmeyi asla beceremem. Birçok konuda marifetli olduğumu düşünürken, biriktirme konusunda en ufacık bir yeteneğim yok, bunu bir yetişkin olunca daha iyi anladım…
Bu konuda arkadaşım teşhisi bile koydu "teflon tava gibisin" benzetmesini yapmıştır tarafıma...
İnsanların çoğunluğu bir şeyleri biriktirir, çocukluktan itibaren alışkanlık haline getirilsin diye uğraşır birçok ebeveyn ve çocuklarına biriktirme duygusunu aşılamaya çalışır. Bu aşı ne kadar tutar orasını çocuklar büyüdüğünde görebiliriz ancak çünkü uzunca bir zaman sonra anlaşılabilir sonucun ne olacağı.
Biriktirme, bazılarında tutmazken, benim gibiler de, bazılarında da hastalık haline gelir. Ama en çok biriktirme hastalığı, finansal anlamda gerçekleşir, zaten ebeveynlerin çoğunluğu bu konuda aşılama yaparlar, fakat bunun yanında başka şeyleri biriktirme alışkanlıkları da edinebilir insanlar.
Bu güne kadar biriktirme hastalığı çok az görülen iki ırka şahit oldum, birincisi romanlar, diğeri koyu renkli toplumların büyük bir kısmı. Yaşama biçimlerine olan hayranlığımdan olsa gerek, asla finansal olarak biriktirme alışkanlığım olmadı. Onlar kadar biriktirmeden uzak olan ama onlar kadar da küçük şeylerle mutlu olan ve hayatı “tiye” alanını görmedim. Ne kadar iyidir veya ne kadar kötüdür, bunu tartışmıyoruz, yaşama olan bakış açıları önemli.
Yarını olmayan bir yaşamın parçaları olarak, ertesi gün kaç parça eksilir, kaç parça yerinde olur derdini taşımıyorlar. Bu gün parça yerinde, gerisi önemli değil, düşüncesinde yaşıyorlar hayatı.
Oysa bize öğretilen veya öğretilmeye çalışılan tam tersi değil miydi? Sürekli, biriktir, topla, çoğalt, koru, kolla ve güvende ol mesajı verilmedi mi? Toplumda elbirliği ile biriktirme hastalığı oluşturulmadı mı? Bırakın finansal birikimi, çöp biriktireni, kağıt biriktireni, eskilerini biriktirenleri ve daha nicelerini görüyor duyuyor ve yaşıyoruz.
İnsan elbette ki temkinli yaşamalı, yarını düşünmeli bu doğru fakat kontrolü elimizde olmayan bir aracı kullanıyoruz, farkında mısınız? Devlet politikaları, insanların bir şeylere sahip olmasına izin vermeyen tarzda dizayn ediliyor artık..!
Bu zamanda biriktirebilecek en güzel şey dostluk olsa gerek..!
Gerisine kafam basmıyor benim. Dostluk biriktirebiliyor ve onların samimiyetine, içtenliğine inanıyorsak, gerisinin pek bir önemi kalmıyor. Benim biriktirdiğim dostluklarım var ve bunun varlığı beni her türlü birikimden daha güvende tutuyor…
İyi günümde, kötü günümde yanımda olabilen tüm dostlarıma her zaman minnettar kalacağım. Hayatımın kalan bölümünde de dostlarımı biriktirmeye ve onlarla olabilmeyi isteyeceğim, gerisi zaten olsa da olur, olmasa da olur.
İyi bir dost, her türlü birikimden çok daha kıymetlidir, dostlarımızın kıymetini bilenlerden olmaya çalışalım...
Bizler demir alsak bile, geriye dostluklar kalır limanda...
Ardımızdan konuşulanlara, anlatılanlara sahip çıkan, biz yokken bile bizi savunabilen dostlarımız varsa gerimizde, dünyanın en varlıklı ve en değerli birikimine sahip olduk diyebiliriz...
Daha ne olsun...
BOHEM

14 Ekim 2017 Cumartesi

On demeden kalkmak lazım...


Gelişime açık olmak her insanın ve her toplumun en masum isteğidir. Masum görünen bu isteği gerçeğe dönüştürmek ise ancak çalışan ve üretenlerin ulaşacağı yerdir...
Dün akşam bir kardeşimle konuşurken, konu ne olacağız sorusuna yanıt bulmaya geldi dayandı, insanlarımızın birçoğu bu soruyu birilerine sormaktan yoruldu sanırım. Eminim gelecek hakkında planlama yapmak isteyenler veya daha yolun başında olan gençler bu sorularına yanıt aramaktadır...
"Her şeyin başı hayır" klasiği ile yaşayan, Allah büyüktür cümlesiyle hayatına şekil veren bizler ne kadar çalışkan, üretken olursak olalım, ülkelerin ürettiği politikalar ve ekonomik ayarlar sonrası, vidaları gevşeyen, sonrasında da patates çuvalı gibi bir yerlere yığılmaktan kurtulamayan vatandaşlarız...
Bunu defalarca yaşadık ve gördük..!
Ülkelerin gelişmişlik seviyesi yapılan köprüler, barajlar, yollar, tüneller, hastaneler, ortalıkta cirit atan son model araçlar veya gökdelenler diye düşünüyorsanız, yazıyı okumayı burada bırakabilirsiniz...
Bundan yıllar önce küçük bir köyde doğan insanlar vardı, erkekse eğer sadece askerlik yapacağında köyünden çıkar, sonrasında geri dönerdi, bir bayansa eğer, ya köyünden birisi ile evlenir, ya da yakın bir köye gelin giderdi, dünyaları bundan ibaretti. Buraya kadar bizlere göre çekilmez bir hayat hikayesi gibi gelse de bu hikayenin çok güzel bir yönü var biz onu ele alacağız...
Şöyle gözlerimizi kapatalım ve kısa bir süre düşünelim, hangimiz kendimize yeteriz bu zamanda? Soruyu, biraz daha açalım dilerseniz, kim kendi kendine yaşayabilecek yetenek, bilgi ve beceriye sahip, var mı bu özellikleri taşıyanlarımız?
Marketleri, manavları, fırınları kapatalım mesela...
Kaç gün karnımızı doyurabilir, kendimizi besleyebilir, ihtiyaçlarımızı giderebiliriz? Marketleri, fırınları geçtim, on beş gün elektriksiz yaşayabilir misiniz?
Yukarıdaki köyde yaşayanlar, bir ömür boyu kendine yeten insanlardı, farkında mısınız? Koca bir ömürden bahsediyoruz burada üç beş günden değil..!
Bu ülkede kaç il, ilçe, kasaba, köy veya yerleşim birimi şu an bunu yapabilecek güçtedir sizce?
İşte konunun başından bu yana gelmek istediğim nokta da burasıdır..!
Bir ülkenin gelişmişlik seviyesi, ilerleme seviyesi, kalkınma hamleleri bana göre işte bu sorunun cevabında gizlidir...
Bırakın köyü, şu zamanda kendi kendine yetebilen, kendisini besleyebilen, kendi ekonomisi olan, kendi enerjisini üreten, kendi tarımını yapan, kendi teknolojisini üretebilen iller, ilçeler, kasabalar, köyler yapılmadığı sürece, ben o ülkenin ne kalkındığına inanırım, ne de iyi bir geleceğe sahip olduğuna...
Yaşadığım ilçe dahil, yerel yönetimlerden, ülke yönetimine kadar, gerçekten bir şeyler yapmak isteyenler varsa eğer, ilk önce bu planlamayı yapmalı, böyle bir kalkınma yoluna gitmelidir. Bunun dışında kalkınma hamleleri, çalışmalar, uğraşılar hepsi beyhudedir...
Nakavt durumuna giren bir boksör gibi, her seferinde yumruğu yer, hakemin dokuza kadar saymasını bekleriz, on demeden kalkabilir ve ayakta durabilirsek bir süre ne ala, yoksa birilerinin ortaya havlu atması için açar ellerimiz dua ederiz..!
Gelişime, çalışmaya ve gerçekten üretmeye yetenekli olan ülkenin insanlarıyız. Bu yeteneğimizi, sanal sayılabilecek kalkınma hamleleriyle, ekonomi paketleriyle, olur olmaz rol model ülke programlarıyla başaramayız...
Yapmamız gereken, damarlarımızda dolaşan, genetiğimizde yer alan dinamikleri harekete geçirmekten başka bir şey değil.
Bir Avrupalı beynine ve düşüncesine sahip değiliz belki ama içimizdeki cesaret geleceğimizdir.
Genç beyinlere sahibiz, ülkenin yöneticileri artık doğru ekonomik hamleler yapmayı düşünmelidir çünkü, hakem henüz saymaya devam ediyor maç bitmiş değil...

12 Ekim 2017 Perşembe

Nuh'un Gemisi








Nuh'un Gemisi...
Evimiz tehlike dolu, yatağımız öyle, yollar öyle, çevremiz öyle, ne zor bir yaşamın ortasında kaldık böyle..!
Bir asır önce yaşamak varmış, çiçek, böcek uğraşmak varken, şu uğraştığımız şeylere bakın, ne kadar çaresiz, ne kadar da aciz durumdayız...
Yönetilmek gibi bir döngünün içindeyiz, zaten çıkmazlarımızın başlangıç noktası da bu değil mi? Doğduğumuz andan bu yana, birileri tarafından sürekli yönetiliyoruz. İnsan olmak eşittir, yönetilmek dememek için, tek bir neden gösterebilir misiniz?
Tuhaf olaylar silsilesi içinde kalmışız ve çıkış yolunu bulmaya imkan yok gibi görünüyor. En akıllımızdan, en aptalımıza hepimiz birer modern köle olmaktan kurtulamıyoruz. Bir şekilde bu durumdan kurtulmanın reçetesi olsaydı, eminim birçoğumuz en kıymetli şeylerimizi feda etmeye razı olurduk...
İnsan kaç kere sabreder, kaç zaman sabırlı davranabilir günümüzde yaşadıklarına? Öyle kolay değil bu sistem içinde mutlu olmayı başarmak ve dahası özgür kalabilmek, kolay mıdır?
Erkeğinin sorunları ayrı, kadının sorunları ayrı bu zamanda ama ortak sorunumuz, özgürlüklerimize vurulan prangalar değil midir?
Zamanında gücü kuvveti yerinde olan bir erkeğin hayatta başaramayacağı çok az şey varken, günümüzde başarabileceği çok az şey var..!
Zirveden, dip yaptırılmış bir insanlar topluluğu olarak, hayat mücadelesine devam ede duralım, dipte olmamız bile yeterli değildir kurulan yeni dünya düzeninde..!
Yok etmek üzerine kurulmuş olan bu yeni dünya düzeninde, erkeği, bayanı, çocuğu, yaşlısı çalışmakta olan sisteme hazırlanan yakıt malzemesi olarak görülmekte...
Genetiği bozulmuş yiyecek ve içeceklerle bozulan insanların düşünme şekli, yaşama şekli, aşkı, sevgisi, uykusu bile kontrol altına alınmış ve daha fazlası için de çalışmalar sürdürülmektedir...
Şimdi benim belki de bir hayal dünyasında yaşadığımı düşünenler olabilir, yukarıda sadece bir kaçını sıralayabildiğim yeni yaşam sisteminde daha bahsedilmesi gereken belki binlerce şey var hala düşünebiliyor isek ve hala nefes alabiliyorsak, sadece yeni dünya sistemini yönetenler izin verdiği içindir..!
Abartmıyorum, hepimiz fişlenmiş, zavallı yaratılmışlara dünüştürüldük ve bu şekilde yaşamaya mecburuz. Nereye kadar yaşarız, nereye kadar bu köleliğe devam ederiz bilemiyorum ama kurtuluş konusunda çalışan tek bir insan bile yok, belki de en büyük şanssızlığımız budur...
Devletleri oluşturan toplumların tamamı, yaşam şartları iyi olsa bile, modern kölelikten nasibini almaktadır bu sistemde ve kurtulan kimse olmayacaktır.
Bir Nuh'un gemisi olsa da, binip kurtulabilsek, ne güzel olurdu...
BOHEM

6 Ekim 2017 Cuma

SAHİBİ MALINA BU KADAR MI BENZER...

Ne kadar da benzer olduk elimizdeki Android telefonlara... Sürekli biten enerjimizle, şarjı biten telefonumuz gibiyiz... Çakma şarjlarla hasar gören telefonumuz ve yediğimiz gıdalarla hasar görmemiş uzvumuzun kalmadığı gibi.. Yüklediğimiz virüslü programlarla çöken işlemcisi gibi telefonumuzun, sahte yüzlerle hasar görmüş, allak bullak olmuştur ruh dünyamız.. Ne çabuk da unuturuz her şeyi, sık sık güncellenmemiz gerekir... Aklımız hep sessizdedir, titreşime aldığımız vicdanımızın karşısında... Değişen ekran görüntüsü gibi değiştiririz sık sık imajımızı... GSM operatörüne kızıp değiştirdiğimiz hattımız gibi, değiştiririz en küçük menfaat çekişmesinde siyasi görüşümüzü... Sim'in, makinenin ve harici kart hafızasının yetmediği gibi, dünyaya olan açgözlülüğümüz ve ihtirasımız karşısında doymaz gözümüz... Bluetooth özelliği gibi gizli saklıdır işlerimiz.. WhatsApp, Messenger dedikodularımızda, İnternet, uyurken üzeri açılmış adamın kabusuna benzer adeta... Telefonumuzun sesli komut sistemi gibi, komutlarla idare edilir olduk... Aldığımız toplu mesajlar gibi, bilemeyiz söylenen sözün nereye gittiğini.. Ve okunmayan mesajlar gibidir sözlerimiz, ne söyleneni dinleriz, ne de söylediğimiz dinlenir... Ya son sürüm telefonlar kadar havalı ve gösterişli, veya tuşlu telefonlar gibi itibarsız ve ezik ruh hallerindeyiz... Haricen bir sürü program yükleriz telefonumuza... Başlarda hoştur, eğlencelidir... Ve bir an gelir o kadar yüklemeyi kaldıramaz, çalışamaz duruma düşer... Fabrika ayarlarına döndürmek zorunda kalırız cihazı kurtarmak için... Değil mi ki, taşıyamayacağımız kadar yüklenmişiz hayatı ne varsa lüzumsuz olanları... Kaçımıza nasip oluyor fabrika ayarlarına dönebilmek... Belki de elimizdeki Android’den ilham alacağımız en büyük özellik bu olsa gerek... Fabrika ayarlarımıza dönebilmek dileğiyle. BOHEM

Ortada Olmak



Bir sağda olanlar vardır, bir solda olanlar, bir de ortada duranlar. Sağda ve solda olanlar bıçağın keskin yüzeyi gibidir, iyi olan kötü, kötü olana iyi diyebilecek kadar siyasi düşünürler olayları. Duruma göre hareket eder, bulundukları grubun çıkarları ve kendi çıkarlarını ön planda tutarlar. Bu kişisel bir durum değildir, bulunduğu bir grup varsa, oranın şartlarına göre hareket eder insanoğlu, bu yaratılıştan gelen içgüdüsel bir durum, değiştirmek zor... Ne zaman değişir, ancak bulunduğu grubu terk edip, ortaya geçtiğinde ve olaylara objektif bakmayı başardığında gerçeği görebilir bazı insanlar. Ortada olanlar, pek bir araya gelemez ve bir grup oluşturamaz, çünkü daima olayları objektif bir bakış açısıyla değerlendirir, doğruya doğru, eğriye eğri deme özgürlüğüne sahiptirler. Bağımlı değildirler, bağımlı olanlar gibi hareket etmezler ve özgürlüğün tadını çıkarırlar. Gerçekten ortada olmak isteyenler zaten ortada olurlar ve ortada olmanın bedelini de bir güzel öderler. Yaşananlar içinde menfaat varsa bile ortadakilerin ilgisini çekmez. Menfaat elde etmek isteselerdi zaten ortada olmazlardı! Şimdi akla gelen soru şu, insanlar neden ortada durmak varken, sağda, solda veya başka bir yerde bulunma isteği duyarlar? Bunun ekonomik, sosyolojik, kültürel ve daha da çoğaltılabilecek birçok nedeni vardır elbet ama yukarıda da dediğimiz gibi, insanoğlunun en büyük zaafı menfaat hastalığıdır. Bir yerlerde menfaat bulacağını hissetmeye görsün, ne şeref kalır, ne haysiyet, ne de namus… Bir Avrupa ülkesi ile biz doğu kökenli insanların arasındaki en büyük fark da buradan kaynaklanıyor. Beğenmediğimiz bir Avrupalı işin içinde menfaat bile olsa, safını değiştirmezken, bizim gibi ülke insanları anında değiştirebilmektedir. Bunu anlamak için çok araştırma yapmaya veya konuları irdelemeye gerek yok, görünen köy kılavuz istemez… Ne zaman menfaatlerimizden vazgeçer ve gerçekten ortada durmayı başarırsak o zaman refah seviyemiz yükselecektir. Bir ev sahibi olmak, bir araba sahibi olmak veya bir şeylere sahip olmak değil bahsettiğimiz refah seviyesi, insan olabilmekten bahsediyorum. Oturup kendisini sorgulayabilen insanlardan olmak gerekir. Belki birçoğumuzun yapmadığı, yapamadığı ya da yapmak istemediği budur. Ortada olmak, cesaret ister, yürek ister, bedel ödemek gerekir, bunu yapabilen insanların çoğalması, bir ülkenin geleceğinin aydınlık olması için yeterlidir. Sağda, solda, yukarıda, aşağıda veya herhangi bir uç noktada durmak önemli gibi görünebilir, oysa insanın onurlu duruşu her şeyden değerlidir. Geleceğine gerçekten bir şeyler taşımak isteyenler, ortada durmayı başaranlardır… Ortada olabilenlere selam olsun… OMC

Eşek Hikayesi

Hikaye bu ya, bir gün eşeğin biri bir çiftliğin önünden geçer, bakar ki bir ilan asılı kapıda. Çalışmak isteyen eşeklere günlük ekstradan 10kg arpa verilir yazmaktadır. Eşek her gün yarım kilo samana talim edip, bir de sahibinden şikayetçi olunca, ilk fırsatta kaçar ahırdan, yolda giderken karşılaştığı tüm eşeklere de gördüğü ilandan bahseder... Gelir çiftliğe ve ben çalışmak istiyorum, şartları kabul ediyorum der. Derken, günler günleri kovalar ve çiftliğe yüzlerce eşek gelir. Çiftlik sahibi verdiği sözü tutar ve gelen her eşeğe yiyecekleri haricinde arpalarını da verir. Aylar sonra iyi bir arpa sahibi olan eşekler, homurdanmaya başlarlar, çok çalışıyor ama hakkımızı alamıyoruz derler. İlk gelen eşeği de sözcü yaparak, çiftlik sahibine yollarlar. Çiftlik sahibi yeni istekleri duyunca hem şaşırır, hem de hiddetlenir. Dışarıda sizin çalıştığınızın yarısına, çok daha fazla iş yapacak, yük taşıyacak ve çalışacak eşek var, aha çiftlik, aha çit beğenmeyen çıksın gitsin der. Sözcü eşek boyunun ölçüsünü almıştır, merakla dışarıda bekleyen eşeklere, kusura bakmayın ama çiftliğe çok ağır bir yükümüz olduğundan, çiftlik zor durumdaymış, der... Aylar sonra eşeklerin bu kalkışmasına kızan çiftlik sahibi, hem arpayı kısar, hem çalışma şartlarını daha da zorlaştırır. Eşeklerin neredeyse canları çıkmak üzeredir ama yine de çiftlik hala dışarıya göre avantajlıdır. Dışarıdan avantajlı olduğunu düşünen eşekler, çiftliğin her türlü olumsuzluğuna göz yummaya devam ederler... Bir süre sonra şartlar artık çekilmez boyutlara ulaşmış, dışarıda ki şartlardan bile kötü duruma gelmiştir, çiftlik sahibi eskisi gibi değil, çok gaddar birisi olup çıkmıştır ama eşekler dışarıya gitmeye cesaret edemezler. Çiftlik yaşanılası durumdan çıkmış olmasına rağmen, çiftlikte kalmaya devam ederler. Çünkü gitmek için ne kapıları vardır, ne de eski sahiplerine karşı yüzleri... Bir süre sonra şartlar o kadar değişir ki, biriktirdikleri arpalara bile el koyulur, aç karına çalışmaya devam eder eşekler, hatalarını anlarlar ama iş işten geçmiş, çiftlik sahibinin eline düşmüş, şartlar ne olursa olsun çiftlikte yaşamaya mecbur kalmışlardır... Eşeklerin uyanıklığı ve iş bilmezliği onlara çok pahalıya mal olmuştur. Ölünceye kadar bu çiftlikte yaşamaktan başka çareleri yoktur..! Zamane eşekleri mi? Onlar da hala aynı, eşek eşektir, değişir mi? BOHEM

Olduğu gibi yaşa



Kimseye çaktırmadan yaşa hayatı, kimseleri rahatsız etmeden, gürültü çıkarmadan, sessiz olsun çığlıkların, yani bir kendin duy isyanlarını... Bir sen bil yakarışlarını, kimse farkında olmasın söylediklerinin, anlattıklarını varsın kimseler anlamasın, anlamak zorunda değil kimse seni ve anlatmak zorunda değilsin kendini... Vadide kıvrılıp giden yol gibi olsun duygu ve düşüncelerin, dümdüz olması bir şey ifade etmiyorsa, esnek olmayı dene, değişime açık olsun beyin kıvrımların, değişmek vazgeçmek demek değildir... Değişirken sağlam olsun duruşun, değişmesin karakterin, kimse farkına varmasa da, sen farkında ol ve aynı oluşunun keyfini çıkar arada bir... Bir bardak demli çayı yudumlarken, çayın tadı damağında kalsın, bittiği zamanı düşünme, nasıl olsa yeniden demlenir her demlik ve her demlenen çayın lezzeti farklıdır, tıpkı içinde taşıdığın ruh gibi... Sert bir rüzgar esiyorsa tam karşından, eğme başını, dimdik yürü, belki cildine hasar verir ama karakterine dokunamaz, bunu unutma... Hayatın haykırışları tırmalarken yaşamını, sen tırmalanmayan yanlarını elinde tutmaya çalış, tutamıyorsan eğer bu senin kabahatin değil, kaderci ol... Kaderci olmak zarar veriyorsa sana, boş vermek gerek bazen, yaprak gibi olmalı veya bulut gibi veya tüy gibi, nereye isterse oraya git, unutma ki gemi çekilen at gitmek için çabalamaz ve durur olduğu yerde. Gem vurulmak gitmesin zoruna, insan olmak kolay mı, bazen hayvan olmak daha kolaydır insan olmaktan, bunu unutma... Aklın varsa, başka akıllar da var yeryüzünde, sen doğruları yaşarken, senin doğrularının yanlış olduğunu düşünen akıllar da var bu hayatta. Yargılamanı yapacaksın elbette ama karar veren sen olmayacaksın bu hayatta, senin dışında bir karar varsa hayatına dair ve buna yetmiyorsa ne aklın, ne de gücün direnme, boş ver... Olduğu gibi yaşamalı hayatı insan, olmasını istemediklerinin önüne geçmeye çalışmakla geçti milyonlarca insan bu yeryüzünden ve hiç birisi istediklerinin tamamını yapamadı... Gelip geçtiğimiz bu yollardan, neler geldi, neler geçti, hiç birisi istediklerini, istediği şekle sokamadı bunu da unutma... BOHEM

Samimiyetsiz yaşamlar




Yaşam öyle garip bir hal almaya başladı ki, anlamak mümkün değil... Mesela Abdülhamit dizisini izleyerek, vatansever olduğuna inanan insanlarımız var. Polat Alemdar izleyerek kendine bir misyon yükleyen ve o şekilde hayatını şekillendirmeye çalışanlarımız var. Podyumdaki mankenlere hayran, onlar gibi bir yaşam sürmek isteyen ve sonunda hüsranı yaşayan bir genç kızdan, yukarıda yazdıklarımızın ne farkı olabilir? Televizyon insanlarımızın yaşam şekillerini değiştirecek kadar güçlü bir yayın ve iletişim aracı olmuş ülkemizde, bunun birçoğu farkındadır elbette ama bu kadar etkili olmasının nedenleri üzerinde bir çalışma yürütülüyor mu, merak ediyorum... Şayet böyle bir çalışma var ise faydalı olabilecek alternatif bir eylem planımız var mıdır? Bir ülkenin savunma gücü sadece askeri kollardan mı olmalıdır? Medya konusunda bir savunma gücü üzerinde neden çalışmalar yapılmaz veya yapılıyorsa faydaları görülmez? Ben, içi boşaltılmış ve çürütülmüş bir toplumdan daha tehlikeli bir ülke düşünemiyorum..! Televizyonda izledikleriyle gündem değerlendiren, olayları irdeleyen, dünya görüşünü şekillendiren bir toplum düşünebiliyor musunuz? Ne kadar vahim bir durum olduğunun farkında mısınız? Eğitimin önemi üzerinde yıllarca konuşulmuştur, tartışılır, sistemler masaya yatırılır, sonuçta varılan nokta hep aynıdır "ezberci" eğitim sistemiyle sonuca ulaşılmaya çalışılır. Ezbercilik bir eğitim sistemi olabilir mi? Olma ihtimali var mıdır? Medyanın bir ülkede bu kadar etkin olmasının en önemli nedenlerinden biridir ezberci eğitim sistemi anlayışı... Peki, sosyal medya dediğimiz ortamlarda yaşananlara ne demeli? Bazen, gerçek hayattan o kadar uzaklaşıyor ki insanlarımız, yaşamın sosyal medyadan oluştuğunu sanmaya başlıyorlar… Bir eşim dostumla bir yerlerde çay kahve içmeye korkar hale geldim. Pat diye bir resim çekiliyor ve güm diye bir yerlerde paylaşılıyor. Paylaşmaya bu kadar meraklı ve paylaşımı bu kadar seven bir toplum olduğumuza pek inanmayan birisi olarak, sosyal medya alanındaki bu paylaşım çılgınlığını anlayamıyorum… Nasıl ehliyeti olmayanların, araç kullanması yasaklanıyorsa, sosyal medya kullanmak için de bir yeterlilik belgesi alınması taraftarı olduğumu söylemeden geçemeyeceğim, çünkü durum oraya doğru hızlı bir şekilde ilerliyor ve bunun önüne geçmek artık mümkün değil… Kişisel eğitim konusunda faaliyet gösteren yeni eğitim kollarına ihtiyaç olduğuna inanıyorum. Toplumsal eğitimi başaramadık ve başaramayacağız en azından kişisel olarak bu konuları aşmamız gerekiyor. Bunun için çok şeye ihtiyaç yok, sadece farkında olalım bazı şeylerin yeterli. Nelerdir bunlar, saygı, sevgi ve birlikte nasıl yaşanacağına dair bazı ipuçları hepsi bundan ibaret… Sözde hepimiz aynıyız, Ama nedense hep ayrı ayrıyız, Tek ortak noktamız, ayrılığımız, Birlik ve bütünlükten bahsederken olan samimiyetsizlik, hayattaki en samimi yönümüz olsa gerek... Kim kimi kandırıyor, bir tek onu anlamadım... BOHEM

UMUT




Umut hayatın içinde yaşadıklarımızı çekip giden bir lokomotif gibidir...

Umudunu yitirdiğinde, asıl kayıplar başlar ve önüne geçilemez bir diz çöküş başlar insan için. Koskoca krallıklar, imparatorluklar ve toplumlar umutlarını yitirdiğinde kaybetmenin acısını yaşamışlardır. Tarihten bir çok örnek verilebilir bu konuda...

İşte bu yüzden mücadele gücünü, çalışma azmini kaybetmemeli insan, yarının ne olacağını tahmin edenler olabilir ama kesin sonucu bilen, bir yaratılmış yok yeryüzünde...

Çıkmaz sokakların içinde bile yaşam vardır, bir çıkış yolu bulunur, olmadı geri döner, başka bir sokaktan geçmeyi deneriz, o zaman umudumuzu kaybetmeye gerek yok, sürekli denemeliyiz. Hayatın ve yaşamın belki de göremediğimiz güzel yanı, sürekli deneme şansımızın olmasıdır.

Başarı kıstası nedir ki, umudumuzu yitirelim. Gerçek başarı, vazgeçmemek ve direnmektir bunu yaşam biçimi haline getirmektir. Durum ne olursa olsun, şartlar ne olursa olsun, denemelerimizden vazgeçmeyelim. 

Karanlık gecelerden sonra, doğan bir güneş var bunu unutmayalım. Kimin güneşi, ne kadar parlak veya ısıtıcı, bunun hesaplarını yapmadan, bulunan güneşimizden faydalanma yolunu arayalım yeter. 

Heyecanımızı yitirmeden, pes etmeden, kaybetme korkusu yaşamadan, denemeye devam edelim. 

Bir profesörün "kesinlikle yürüyemez" raporu verilen hastanın, yürüme ısrarı biter mi, bitmez, bitmemelidir, denemelidir, denediği sürece hayata bağlanacaktır, yürüyebilir mi, yürüyemez mi o bilinmez, önemli olan azimle denemesidir. 

Yürüyememiş olması değil, yürüyebilme ihtimalidir onu hayata bağlayan ve yürümeye olan inancıdır onu yürüme isteğine yönlendiren...

İnandığımız, çalıştığımız, denediğimiz sürece hayat devam eder, yoksa sürekli takılan bir saat misali, saatin değil ama hayatın dişlilerine takılan bizler oluruz...

Umudumuzu kaybetmeyelim, geleceğin güzel olması dileklerini uçuralım gökyüzüne, sesimizi, çabamızı, arzumuzu bir duyan mutlaka olacaktır...

Ardımızda bırakacağımız tek gerçek, umutlarımız olacaktır, başka bir şey değil...

Sakız




Hocaya sormuşlar :
- Hocam! Tuvalette sakız çiğnemekte dinen bir sakınca var mıdır ?
Hoca gülümseyerek,
- Dinen bir sakınca yok ama ağzınızda bir şey çiğneyerek heladan çıktığınızı görenler başka türlü düşünebilirler...

Günümüz siyaseti de yukarıdaki diyalogdan farksız değil..! Kimin ne amaçla neyi yaptığını anlamak kolay değil ve hatta imkansız.

Gündemi takip etmemek için elimden geleni yapıyorum, fakat ne mümkün, haberlerden kaçarken, internette yakalanıyorum, oradan kaçmaya çalışırken birileri bahsediyor ve ister istemez aklıma bulaşıyor, ne yaparsan yap, çok afedersiniz sümük gibi!

Burada isimlerden bahsedip de gerilmek ve germek istemiyorum genel olarak siyasetin girdapları arasında yok olup giden vatandaş oluyor, işte bu ilgilendiriyor beni, en çok ve en az kendime üzüldüğüm kadar, üzülüyorum memleketim insanına...

Bir insan, bu gün için miktar az veya çok yaklaşık 8-10 fatura ödemeye çalışıyor her ay ve bunları ödeyemediği zaman hayatı yaşanamayacak duruma geliyor, görüyor, yaşıyor ve duyuyoruz bu tür şeyleri....

Durum çok iyi demeyi gerçekten çok isterdim ama durum hiç öyle değil ve olmayacak gibi de görünüyor. Bunu anlamak için ekonomi okumaya gerek yok, yapılan zamların oranını görünce ne denli zor bir 2018 yılı bizi bekliyor görebiliriz.

Bu yıl içinde, turizm dip yaptı, kapasite olarak belki dip yapmadı ama ortada kazanç olmadığı için, doluluk oranları yüksek olsa bile durum böyle, inşaat sektörü de dip yaptı, her ne kadar televizyonlarda her an reklamlarına maruz kalsak da, bu iyi kazandıkları için değil, kazanamadıkları için baş vurulan bir yoldur. Bu ülkenin benim bilmediği başka bir lokomotif sektörü var mı?

Alım, satım ve küçük ticaretle uğraşan esnafı konuşmaya bile gerek duymuyorum, kirasını, faturalarını ödeyebildiği için kendilerini şanslı görenler olabilir ama koca bir çoğunluk, şu an bunu bile yapmaktan yoksun..!

Gelelim siyasilerimize, onların durumu iyi, ekonomiyle fazla işleri yok, nasıl olsa bir şekilde kazanır, kazandırır ve durumlarını idare etme yolunu bulurlar "altta kalanın canı çıksın" ata sözümüz buraya iyi yakışır, çünkü onların yaşam felsefesi bundan ibaret...

Bugün Erbil, Kerkük ve o taraflarda iş yapmaya çalışan küçük sermayeli insanların durumunu hiç konuşan var mı, veya oralarda çalıştığı için kredi kullanan, ev alan, araba alanların durumu nedir bilen var mı? Konuşan, dillendiren var mı? Önemli değil, felsefe belli, küçükler önemli değil, büyük ölçekliler başka bir bölgeye kaydırılır olur biter...

Evet şöyle bir gerçeği de atlamamak gerekiyor, dünyada ekonomi bu yönde ama insanlarımız için hiç mi bir şey yapılamaz?

Ben bu sorunun cevabını arıyorum sadece...

Ekonomi iyi, durum iyi sakızını çiğneyenlere sesleniyorum, olur olmaz yerlerde sakız çiğnemekten vazgeçin, millet yanlış anlayabilir...

BOHEM

Özgürlük

  Önce kocaman bir yürek taşıyacak Sonra uğrunda savaşacaksın, Sende yoksa o yürek Boşuna sesini yükseltip bağırmayacaksın! Bu yol bildiğin ...