Hayatımızı şekillendirenler vardır, bizim iznimize tabi olmadan hayatımıza girenler ve girdikleri yetmezmiş gibi dilediklerini yapanlar da vardır...
Buna bazen müdahale edebiliyor olsak da çoğu zaman müdahale edemeyiz, etmeye çalışsak bile olaylar istediği yere kadar uzanır. Yani birileri hayatımıza girerken bizim çok da müdahale etme şansımız olmuyor. Bu basit bir matematik sorusu değil, formülünü bilelim ve hemen çözebilelim...
Düşünün, en mutlu anınızda hayatınızda hiç görmediğiniz, tanımadığınız, adını memleketini bilmediğiniz birisi gelir ve hayatınızın ortasına kuruluverir. Kendinizi ne kadar koruyup kollasanız da olacak olur ve bunun karşısında hiç bir şey yapamayız, tıpkı bir deprem anında ayaklarımızın yere çakılıp kalması ve bir adım bile atamayışımız gibi...
Yola çıkmışsınız bir yere gidiyorsunuz, birisi gelip arabayla tepenize binebilir, arkadan size geçirebilir, hiç bir şey olmasa bile aracınıza bir çizik atabilir, tüm bunlar olabilir. Hadi bunları büyük olaylar sınıfı yapalım, daha küçüklerinden yola çıkalım...
Kaldırımda yürürken tepenize birisi tüküre bilir, yukarıdan sofra bezi çırpabilir, saksı atabilir, elma kabuklarını fırlatabilir, tüm bunlar olabilir mi, olabilir. Marketten çıkarken bir omuz dokunuşu, bana niye öyle baktın ulan diyen birisi, sizin de hayatınızın tam ortasına çat diye geçer kurulur, tüm bunlar olasılıklar arasında...
Bir şey satın almak için yanaştığınız pazar yerindeki tezgahtarla bile yaka paça birbirinize girme şansınız çok fazla. Hadi bunlar olurdu, olmazdı diyelim, ya sokakta yürürken kör bir kurşun bir tarafınıza saplanırsa ne yapabilirsiniz?
Peki, tüm bunlara engel olabilir misiniz?
Olamazsınız, olma şansınız milyonda bir denebilecek kadar az bir olasılık...
Öyleyse, hayatın akışı, hayatta yaptıklarımız, yapacaklarımız, çok da bizim ellerimizin arasında değil. Bu ve buna benzer şeylere önlem almaya çalışabiliriz ama tam manasıyla önüne geçemeyiz orası kesin...
Hani bir ata sözümüz var, böbürlenme padişahım, senden büyük Allah var, diye...
Kimse hayatına müdahale edemiyor, kimse hayatının akışını tam manasıyla yönetemiyor, belki yönetmeye çalışıyoruz ama bu o kadar da mümkün görünmüyor...
Öyleyse, sittiredin gitsin, sokmuşum hayat planlamasına...
Hayatı bir kahve tadında yaşayalım, o an bir yudum alabiliyor muyuz kahveden, ne mutlu bize...
Haydi afiyet olsun, bir yudum da olsa kahvenin tadını çıkaralım...
22 Eylül 2016 Perşembe
21 Eylül 2016 Çarşamba
Beyaz Martı
Beyaz martıyı beklerken, siyah kargayla dertleşmekten sakınmam...
Hepimiz yaşarız bazen bu tür duyguları, şöyle deniz kenarına ineyim, martılarla birlikte duygusal anlar yaşayayım, belki canım sıkılır üç beş de satır karalarım diyebiliriz...
Hesaplayamadığımız şey, beyaz martı hayali kurarken, siyah kargayla baş başa kalmaktır...
Günlük yaşamımızda buna benzer birçok şey yaşarız ama bazen hafızaya alır, bazen gerek duymayız, oysa ki hayatta yaşadıklarını hafızaya almalısın ki lazım olduğunda çıkarıp kullana bilesin...
Belki de bana has şeylerdir tüm bunlar, balık hafızalıyım. Ne zaman bir olumsuzluk yaşasam, hay aksi, daha önce de yaşamıştım bunu ama önlemini almadım derim, derim ama yine de o önlemi alamam. Bu bir eksiklikse evet bunu kabulleniyorum...!
Duygusal olduğumu düşünsem de aslında duygusallığın gerektirdiği meziyetlere sahip olmadığımı görüyorum...
Nedir duygusallık diye sorsa birisi, bunun bile cevabını tam olarak veremeyen biri olabileceğim konusunda ciddi bulgularım var...
Beyaz martı ne katar ki insansın hayatına?
Yani önemi ne kadardır bir insanın yaşamında?
Var mıdır bir önemi, olduğunu sanmıyorum ama yinede ben takılıyorum böyle şeylere. Gittiğim, gezdiğim, okuduğum, uyuduğum, uyandığımda neyi bulmak istiyorsam, onu görmek istiyorum sanırım. Bir ego sorunum mu var acaba?
Türlü sorunlarımın arasında bir de bu tür saplantıları serpiştiriyorum içime ve yeni sorunlarım oluşuyor...
Sittiret yahu bunları, sen karganın güzel gözlerine bir baksana, tüyleri nasıl ışıldıyor güneşin altında, bunları görsene, peki yaşı kaç acaba, bir düşünsene, belki de senden kırk yaş daha büyüktür bu hayvan..!
Bilmediğin, görmediğin, anlamadığın bir çok sorunun üstesinden gelmiş, deneyimli bir karga mı, yoksa beyaz martı mı?
Sanırım keşfetmem gereken gerçekler bunlar...
Zamanım olur da yazabilirsem eğer, beyaz martının duygusal hiç bir yanı olmadığını da anlatacağım kendime. Önce, kendime anlatmalıyım, yoksa anlaşılmamış bir yanımı daha kuytularda bırakma niyetinde değilim. Bir takım duygu ve düşüncelerin aslında hiç bir anlam ifade etmediğini anlayalı uzun zaman dilimlerini öğüttüm değirmenimde ama ne fayda..!
Değirmenci olabildiğime inanıyorum da, saçlarımdaki beyazların değirmenden kaynaklandığına inanmıyorum mesela. Ne kadar garip olursa olsun, düşüncelerime sahip çıkmalıyım, öyle hoyratça yok pahasına satamam semt pazarlarında, sahipsiz kalmışlara...
Karga karga gak dedi, diye başlayan bir tekerlemeyle büyüdüm oysa, şimdi, kargayı bırakıp, martılarda duygusallık aramak da neyin nesi...
20 Eylül 2016 Salı
Şansını kendin yarat
Şans her zaman takıldığım, takılmakla kalmayıp üzerinde düşündüğüm bir konu, ne zaman şanstan bahsetsem aklıma şanssızlıklarım gelir...
Şanslı olmalı insan ama biraz da şansını ortaya çıkarmak için çalışmalı. Çalışmak başarılı olmayı gerektirir diye düşünmeyin, bazı başarısızlıklar da başarı sayılabilir...
Ben sarhoş olmam diyenlere inanır mısınız? Herkes yeteri kadar içtiğinde sarhoş olmaktan kurtulamaz. O yüzden ben sarhoş olmam diyenlere içimden ya gülerim, ya da bir güzel kalayı basarım...
Ben şanslıyım diyenler için bunu yapamam mesela, çünkü gerçekten de şanslı olabilir bir insan, nasıl ki şanssız olmaktan dem vuruyorsak, şanslı olmaktan sıkılanlar bile olabilir hayatta. Bizim karşımıza çıkmış mıdır, çıkacak mıdır onu bilemeyiz ama bana inanın, sizin şanssız olduğunuz kadar, şanslı olmayı başaranlar da vardır...
Şansı nasıl kendimiz yaratırız peki? Bunun için bir kaç dil bilmek, bir kaç fakülte bitirmek etkili olabilir mi? İyi bir evlilik, iyi bir iş, iyi bir gelir bunlar hep şanslı olmakla mı alakalıdır? Veya daha basit bir soru soralım kendimize, aslında şans dediğimiz şey nasıl bir şeydir?
Belki de ilk önce bunun tanımlamasını yapmalıyız, bunun cevabını bulduğumuzda kapının anahtarı elimizde diyebiliriz, işte o zaman açın kapıyı ve girin içeriye, şans kapınız açıldı demektir...
Yani şans dediğimiz şey aslında aklımızda saklı, içimizde bizimle yaşıyor ve yaşaması gerekiyor. İyiliği çağıralım her zaman iyilikler bizi bulsun, şansı çağıralım, şans bizimle olsun.
İlk yapmanız gereken, her gün kendinize ne kadar da şanslıyım, iyi bir eşim var, iyi bir işim var v.s telkinlerde bulunalım, kim bilir belki de size iyi gelecektir...
Bana mı?
Ben iflah olmam, sokayım şansıma...
Şanslı olmalı insan ama biraz da şansını ortaya çıkarmak için çalışmalı. Çalışmak başarılı olmayı gerektirir diye düşünmeyin, bazı başarısızlıklar da başarı sayılabilir...
Ben sarhoş olmam diyenlere inanır mısınız? Herkes yeteri kadar içtiğinde sarhoş olmaktan kurtulamaz. O yüzden ben sarhoş olmam diyenlere içimden ya gülerim, ya da bir güzel kalayı basarım...
Ben şanslıyım diyenler için bunu yapamam mesela, çünkü gerçekten de şanslı olabilir bir insan, nasıl ki şanssız olmaktan dem vuruyorsak, şanslı olmaktan sıkılanlar bile olabilir hayatta. Bizim karşımıza çıkmış mıdır, çıkacak mıdır onu bilemeyiz ama bana inanın, sizin şanssız olduğunuz kadar, şanslı olmayı başaranlar da vardır...
Şansı nasıl kendimiz yaratırız peki? Bunun için bir kaç dil bilmek, bir kaç fakülte bitirmek etkili olabilir mi? İyi bir evlilik, iyi bir iş, iyi bir gelir bunlar hep şanslı olmakla mı alakalıdır? Veya daha basit bir soru soralım kendimize, aslında şans dediğimiz şey nasıl bir şeydir?
Belki de ilk önce bunun tanımlamasını yapmalıyız, bunun cevabını bulduğumuzda kapının anahtarı elimizde diyebiliriz, işte o zaman açın kapıyı ve girin içeriye, şans kapınız açıldı demektir...
Yani şans dediğimiz şey aslında aklımızda saklı, içimizde bizimle yaşıyor ve yaşaması gerekiyor. İyiliği çağıralım her zaman iyilikler bizi bulsun, şansı çağıralım, şans bizimle olsun.
İlk yapmanız gereken, her gün kendinize ne kadar da şanslıyım, iyi bir eşim var, iyi bir işim var v.s telkinlerde bulunalım, kim bilir belki de size iyi gelecektir...
Bana mı?
Ben iflah olmam, sokayım şansıma...
Yağmur
Yağmurla gelir bazı mutluluklar, yağmurla da gidebilir, sorun yağmurda mı, yoksa yağmuru suçlu bulan da mı?
Kendine gül güleceksen
Ne kadar komik olduğunun farkında bile değildir kişi, oysa başkalarını eleştirmeye geldi mi sıra, hep gülmek ister onların durumlarına...
Kendine gül güleceksek, başkalarına değil...
Kendine gül güleceksek, başkalarına değil...
Cehenneminde yanmaya geldim
Belki dokunur bana hayatın,
Belki sığlıklarda boğulurum,
Belki her gün geçmişi dilenirim,
Yanacaksam yanarım, daha ne diyeyim..!
Cennetinde yaşamaya değil, cehenneminde yanmaya geldim...
Belki sığlıklarda boğulurum,
Belki her gün geçmişi dilenirim,
Yanacaksam yanarım, daha ne diyeyim..!
Cennetinde yaşamaya değil, cehenneminde yanmaya geldim...
19 Eylül 2016 Pazartesi
Deli hikayesi
Birçoğumuz mutlaka ya duyduk, ya anlatıldı kahkahalar eşliğinde. Bu fıkra da meşhur deli hikayelerinden birisi sayılabilir...
Hani, hastaneye yeni bir doktor tayin olur, bakar ki tüm hastalar, duvardaki bir delikten sıraya girmişler, dışarıya bakıyorlar. Merak eder, o da bakar ve hiç bir şey göremez, döner arkasındakine sorar, ben bir şey göremedim, siz görüyor musunuz?
Hasta biraz da böbürlenerek, biz kırk yıldır bakıyoruz göremedik, sen bir kez bakmakla mı, göreceksin, der...
Biz insanların da sanırım ortak sorunu bu, hayata bakın bakalım, ne göreceksiniz, veya hayat deliği size ne gösterecek?
Gözlemleyin, izlemeler yapın ve yorumlayın...
Ne gördünüz, bana göre bir şey göremediniz, elinizde kalacak olan sonunda koca bir hiç...
Öyleyse ne diye didinip duruyoruz? Kaderci olun biraz, kaderci...
Olsa da, olur, olmasa da olur şeklinde yaşamak lazım hayatı. Olduğundan sorgulayanı var mıdır?
Hiç kimse sorgulamaz, çünkü başaran, çalışan, didinen, hayatla mücadele eden biziz ve başarı bizim sayemizde olmuştur...
Nah, sayende olmuştur..!
Sana, sahip oldukların nasip edilmiştir ve sen her türlü başarısızlığına, iş bilmezliğine rağmen, başarmak zorunda kalmışsın diyebiliriz...
Bunun aksini iddia edenler elbette ki olur ama birazcık, en azından, şu satırları okurken kendinize dürüst davranın ve çok şanslıydım deyin...
Bunu elbette, çoğunluk şeklinde kabul etmeyenler olacak ama gerçeklik tarafını da görmezden gelemeyiz...
Öyleyse, başarı bizim çalışmalarımızın sonucunda, hayatın da size destek vermesiyle ortaya çıkar...
Herkes deli değil belki ama, herkes başarıyı yakalayanlar kadar da şanslı değil..!
Sözüm ona başarılı bir iş adamı röportajı izledim dün gece, para hiç sorun değil, bir şekilde bulunur diyor, ulan başarılı iş adamı kılıklı ucube, o kadar kolaysa, onca çalışmaya, çabalamaya, uğraşmaya rağmen, neden çoğunluk başarısız da, bir kısım azınlık başarılı?
Soktuğumun hayatı, bizim baktığımız yerden, sadece karanlık görünürken, sen bakınca sana ışık saçmış hepsi bu..!
Hani, hastaneye yeni bir doktor tayin olur, bakar ki tüm hastalar, duvardaki bir delikten sıraya girmişler, dışarıya bakıyorlar. Merak eder, o da bakar ve hiç bir şey göremez, döner arkasındakine sorar, ben bir şey göremedim, siz görüyor musunuz?
Hasta biraz da böbürlenerek, biz kırk yıldır bakıyoruz göremedik, sen bir kez bakmakla mı, göreceksin, der...
Biz insanların da sanırım ortak sorunu bu, hayata bakın bakalım, ne göreceksiniz, veya hayat deliği size ne gösterecek?
Gözlemleyin, izlemeler yapın ve yorumlayın...
Ne gördünüz, bana göre bir şey göremediniz, elinizde kalacak olan sonunda koca bir hiç...
Öyleyse ne diye didinip duruyoruz? Kaderci olun biraz, kaderci...
Olsa da, olur, olmasa da olur şeklinde yaşamak lazım hayatı. Olduğundan sorgulayanı var mıdır?
Hiç kimse sorgulamaz, çünkü başaran, çalışan, didinen, hayatla mücadele eden biziz ve başarı bizim sayemizde olmuştur...
Nah, sayende olmuştur..!
Sana, sahip oldukların nasip edilmiştir ve sen her türlü başarısızlığına, iş bilmezliğine rağmen, başarmak zorunda kalmışsın diyebiliriz...
Bunun aksini iddia edenler elbette ki olur ama birazcık, en azından, şu satırları okurken kendinize dürüst davranın ve çok şanslıydım deyin...
Bunu elbette, çoğunluk şeklinde kabul etmeyenler olacak ama gerçeklik tarafını da görmezden gelemeyiz...
Öyleyse, başarı bizim çalışmalarımızın sonucunda, hayatın da size destek vermesiyle ortaya çıkar...
Herkes deli değil belki ama, herkes başarıyı yakalayanlar kadar da şanslı değil..!
Sözüm ona başarılı bir iş adamı röportajı izledim dün gece, para hiç sorun değil, bir şekilde bulunur diyor, ulan başarılı iş adamı kılıklı ucube, o kadar kolaysa, onca çalışmaya, çabalamaya, uğraşmaya rağmen, neden çoğunluk başarısız da, bir kısım azınlık başarılı?
Soktuğumun hayatı, bizim baktığımız yerden, sadece karanlık görünürken, sen bakınca sana ışık saçmış hepsi bu..!
14 Eylül 2016 Çarşamba
Başarmak
Hiç bir şey yapmazsan başarısız da olmazsın, felsefe bundan ibaret, cidden hiç bir şey yapmayan insanlar var ve başarısız olanlara sorarlar, neden olmadı arkadaş, sorun nedir...
Sorunun ne olduğu belli mi değil, senin gibi hiç bir şey yapmamak yerine, bir şeyler yapmaya çalışmak olabilir mi, mesela?
İmrendiğim ama asla olamayacağım bazı karakterler var hayatta, hiç bir şey yapmayanlar ilk sırayı alıyor...
Ne güzel, sorun yok, dert yok, çırpınma yok, dolayısıyla boğulmak da yok... Dingin sular üzerinde ilerleyen tekneler gibiler..! Ben de tam aksine, dalgalı denizlerde kayıkla dünya turuna çıkan şapşaldan başkası değilim..!
Bunun başka bir açıklaması olabilir mi? Adam hiç bir şey yapmayarak benden daha sağlıklı, benden daha rahat bir yaşama sürüyorsa, doğru yol onunki, yanlış yol benimkisi...
Her çırpınışda biraz daha derine dalıyorum, son bir çırpınışla yukarı çıkıyor az biraz nefes alıyorum, sonra tekrar dalgaların arasında doğruca dibe iniyorum..! Sanki biraz su yüzünde kalsam dünyanın sonu gelecek..!
Durun şimdi hemen isyan etmeye başlamam belki ama isyan edeceğim kesindir bilginiz olsun...
Ne iş yapsam olmuyor, inanır mısınız, şu an yaptığım işi dünyada sayılı insanlar yapıyor, bir de ben..!
Ve müthiş rağbet gören bir iş... Yani size şu kadarını söyleyeyim, dünyada yıllık 1 milyon dolar pastası vardır bugünün hesabıyla gel gör ki, ben yüz bin dolar bile kazanamıyorum..!
Pazarım mı yok, var hem de en iyilerinden birisiyim, nette benden daha iyisi yok neredeyse..! Gel gör ki, iş satmaya geldiğinde, benden daha kötüsü yok..!
Pazarlama konusunda kötü müyüm, satış tekniğim mi iyi değil, berbat bir satıcı mıyım, tüm bu soruların cevabı hayır, hiç fena değilim o konularda..! Üstelik diğer satıcıların neredeyse yarı fiyatına yapıyorum bu işi, diğerlerinin sattıklarıyla aynı ürünü ve yarı fiyatına satmama rağmen neden olmuyor?
Diğerleri şu an hamakta horlayarak gün doldurmaya çalışırken, ben şu mesai günü de bir bitse de, yarına yeni şanslar arasam, bu gün de bir bok olmayacak anlaşıldı modundayım..!
Bir fikri olan var mı? Varsa yorum bölümü açık, çekinmeden yazabilirsiniz...
Oldurmayan var, olmasını istemeyen, o ne zaman ol derse, o zaman olacak buna inanıyorum, çünkü bunun başka bir açıklaması olamaz..!
Varsa da ben bilmiyorum...
Sorunun ne olduğu belli mi değil, senin gibi hiç bir şey yapmamak yerine, bir şeyler yapmaya çalışmak olabilir mi, mesela?
İmrendiğim ama asla olamayacağım bazı karakterler var hayatta, hiç bir şey yapmayanlar ilk sırayı alıyor...
Ne güzel, sorun yok, dert yok, çırpınma yok, dolayısıyla boğulmak da yok... Dingin sular üzerinde ilerleyen tekneler gibiler..! Ben de tam aksine, dalgalı denizlerde kayıkla dünya turuna çıkan şapşaldan başkası değilim..!
Bunun başka bir açıklaması olabilir mi? Adam hiç bir şey yapmayarak benden daha sağlıklı, benden daha rahat bir yaşama sürüyorsa, doğru yol onunki, yanlış yol benimkisi...
Her çırpınışda biraz daha derine dalıyorum, son bir çırpınışla yukarı çıkıyor az biraz nefes alıyorum, sonra tekrar dalgaların arasında doğruca dibe iniyorum..! Sanki biraz su yüzünde kalsam dünyanın sonu gelecek..!
Durun şimdi hemen isyan etmeye başlamam belki ama isyan edeceğim kesindir bilginiz olsun...
Ne iş yapsam olmuyor, inanır mısınız, şu an yaptığım işi dünyada sayılı insanlar yapıyor, bir de ben..!
Ve müthiş rağbet gören bir iş... Yani size şu kadarını söyleyeyim, dünyada yıllık 1 milyon dolar pastası vardır bugünün hesabıyla gel gör ki, ben yüz bin dolar bile kazanamıyorum..!
Pazarım mı yok, var hem de en iyilerinden birisiyim, nette benden daha iyisi yok neredeyse..! Gel gör ki, iş satmaya geldiğinde, benden daha kötüsü yok..!
Pazarlama konusunda kötü müyüm, satış tekniğim mi iyi değil, berbat bir satıcı mıyım, tüm bu soruların cevabı hayır, hiç fena değilim o konularda..! Üstelik diğer satıcıların neredeyse yarı fiyatına yapıyorum bu işi, diğerlerinin sattıklarıyla aynı ürünü ve yarı fiyatına satmama rağmen neden olmuyor?
Diğerleri şu an hamakta horlayarak gün doldurmaya çalışırken, ben şu mesai günü de bir bitse de, yarına yeni şanslar arasam, bu gün de bir bok olmayacak anlaşıldı modundayım..!
Bir fikri olan var mı? Varsa yorum bölümü açık, çekinmeden yazabilirsiniz...
Oldurmayan var, olmasını istemeyen, o ne zaman ol derse, o zaman olacak buna inanıyorum, çünkü bunun başka bir açıklaması olamaz..!
Varsa da ben bilmiyorum...
10 Eylül 2016 Cumartesi
Yeniden yollardayım
Bu sabah biraz zor olsa da, spora çıkmaya karar verdim, akşamdan karar verilmişti de, sabah o kararı iptal etmeye çalışan bir beyin yapısına sahibim elden ne gelir...
Koşu kıyafetlerimi giyindim, düştüm yollara iki yıldır koşmayan birisi olarak vücudumun nasıl bir tepki vereceğini merak ederken, hiç de fena değilmişim onu gördüm.
Eğlenceliydi, elbette ki yorucu oldu her zamanki kulvarım ama canımı dişime takarak parkuru yine de tamamladım. Kuş sesleriyle başlayan yolculuğum, denize doğru yaklaştıkça daha keyifli olmaya başladı, özlemişim hasret giderdik yollarla, denizle, sahille, martılarla ve elbette ki kendini bilmez üç beş süzme orospu çocuğuyla...
Ne güzel işte sabahın en erken saatinde çıkmışım sporumu yapacağım, rahatlayacağım, gevşeyeceğim bana iyi gelecek ama o saatte kalkan yalnız ben miyim, orospu çocuklarından da uyananlar ve arabasına binip yollara çıkanlar olmuş, o arabanın tekerleği girsin götünüze şerefsizler...
Tam dönüş yerine geliyorsun, döneceksin ya bu bahsettiğim orospu çocuklarının arabasında firen pedalları olmuyor sanırım..! Küt diye önüne kırıyor, ulan piç kurusu, arkanda araba yok, önünde araba yok ama yolda koşan birisi var, ne diye önüne kırıp yolunu kesiyorsun..!
Frene dokunup o ayağını çekse, ben ondan önce geçeceğim ve tempom kaybolmayacak bu bir, eksozundan çıkan zehirli gaza da nispeten daha az maruz kalacağım ama yok o orospu çocukları önce bir geçsin, sonra ben geçerim!
Ben geçmeye geçerim, beklerim de gerekliyse ama şerefsiz görüyorsun ki, ben senden önce oradan geçmek için daha müsaitim ne diye önüme kırıp tempomu düşürüyorsun..!
Sen benden önce geçince madalya mı takacaklar boynuna, madalya takmayacakları kesin ama ben senin ananı avradını kalaylayıp sen ve senin gibilere bir güzel takıyorum!
İstediğim azıcık saygılı olması insanların insanlara, ha o saygıyı göstermiyorlar mı, sorun değil, ona saygı gösterenin geçmişini...
Koşu kıyafetlerimi giyindim, düştüm yollara iki yıldır koşmayan birisi olarak vücudumun nasıl bir tepki vereceğini merak ederken, hiç de fena değilmişim onu gördüm.
Eğlenceliydi, elbette ki yorucu oldu her zamanki kulvarım ama canımı dişime takarak parkuru yine de tamamladım. Kuş sesleriyle başlayan yolculuğum, denize doğru yaklaştıkça daha keyifli olmaya başladı, özlemişim hasret giderdik yollarla, denizle, sahille, martılarla ve elbette ki kendini bilmez üç beş süzme orospu çocuğuyla...
Ne güzel işte sabahın en erken saatinde çıkmışım sporumu yapacağım, rahatlayacağım, gevşeyeceğim bana iyi gelecek ama o saatte kalkan yalnız ben miyim, orospu çocuklarından da uyananlar ve arabasına binip yollara çıkanlar olmuş, o arabanın tekerleği girsin götünüze şerefsizler...
Tam dönüş yerine geliyorsun, döneceksin ya bu bahsettiğim orospu çocuklarının arabasında firen pedalları olmuyor sanırım..! Küt diye önüne kırıyor, ulan piç kurusu, arkanda araba yok, önünde araba yok ama yolda koşan birisi var, ne diye önüne kırıp yolunu kesiyorsun..!
Frene dokunup o ayağını çekse, ben ondan önce geçeceğim ve tempom kaybolmayacak bu bir, eksozundan çıkan zehirli gaza da nispeten daha az maruz kalacağım ama yok o orospu çocukları önce bir geçsin, sonra ben geçerim!
Ben geçmeye geçerim, beklerim de gerekliyse ama şerefsiz görüyorsun ki, ben senden önce oradan geçmek için daha müsaitim ne diye önüme kırıp tempomu düşürüyorsun..!
Sen benden önce geçince madalya mı takacaklar boynuna, madalya takmayacakları kesin ama ben senin ananı avradını kalaylayıp sen ve senin gibilere bir güzel takıyorum!
İstediğim azıcık saygılı olması insanların insanlara, ha o saygıyı göstermiyorlar mı, sorun değil, ona saygı gösterenin geçmişini...
8 Eylül 2016 Perşembe
Küfredin rahatlayın
Hayatı, iyi gidenler vardır mutlaka, çıkışta akıllı bir anne babaya aitseniz, sizin de iyi gidiyordur veya gidecektir...
Ama sırf ben de çoğalayım, benim de çocuklarım olsun diyen birer aileye sahipseniz, daha hayata başlarken eksilerde ve eksikliklerle başladınız demektir, boşuna çırpınmayın.
Hayatta da çok şey yapmaya çalışmayın, ben şahsen çok denedim, her girişimim de bana çok pahalı sonuçlara dönüştü ve karşıma çıktı...
Eskiden neler düşünürdüm neler, bazen eski yazılarımı okuyunca ne kadar da kayışı sıyırmış bir tip olduğumla yüzleşiyorum, inanamazsınız!
Eski yazılarımı okumanızı asla tavsiye etmem, eskiden söylediklerimi hayata uygulamaya filan da çalışmayın sakın, gerçi çok okuyan da yoktur ama yine de ben uyarımı yapayım...
Şimdilerde her türlü küfürü ediyor bir güzel de rahatlıyorum, siz de küfredin iyi gelir...
Öyle açıktan küfretmekten bahsetmiyorum, sessiz küfürler zararsızdır, ne kendinize zarar verirsiniz, ne de karşınızdakilere...
İlle de ana avrat küfür etmenize de gerek yok, çok çeşitli seçenekler var hiç bir şey bilmiyorsanız, internetten araştırın öğrenirsiniz veya benim gibi gelişim göstererek kendi kendinize yeni küfürler keşfedersiniz...
Bazen "Allah belanı versin" demek bile öyle rahatlatıcı oluyor ki inanılmaz..!
Çoğu insan küfretmenin hiç iyi bir şey olmadığından bahseder, küfredenler sevilmez v.s. gibi şeyler söylerler, iyi de adam küfretmiyor ama arabası yok, küfretmiyor ama parası yok, küfretmiyor ama evi yok, küfretmiyor ama sevgilisi yok, karısı yok, yok da yok, kim sever bu adamı veya kadını? Hiç kimse sevmez, sırf küfretmiyor üsturuplu diye sevilen birisini gördünüz mü, gördüyseniz bile ne kadar sevilmektedir?
Ama ben hem de herkesin önünde karısına ana avrat küfreden, sonrasında da canım aşkım diye o adamın boynuna sarılan bir çok tartışma gördüm, aynı şey erkekler için de geçerli...
Kadın sıçıp sıvıyor adamı bir güzel ama bir problem yok, sorun da yok bir kaç gün dargınlık veya kırgınlık sonrasında hayata kaldığı yerden devam..!
Buradan ne anlıyoruz, bir şeye sahip değilseniz küfredin ve rahatlayın, birileri sizi küfür ediyor diye sevmemezlik veya garip görme girişiminde bulunuyorsa sorun etmeyin, onlar sizi zaten sevmiyorlardı..!
Çünkü sizin sevilmek için bir nedeniniz yok...
Haydi topluca küfür edelim, bu düzenin böyle işlemesini sağlayan herkese ve güzelce bir rahatlayalım...
Ama sırf ben de çoğalayım, benim de çocuklarım olsun diyen birer aileye sahipseniz, daha hayata başlarken eksilerde ve eksikliklerle başladınız demektir, boşuna çırpınmayın.
Hayatta da çok şey yapmaya çalışmayın, ben şahsen çok denedim, her girişimim de bana çok pahalı sonuçlara dönüştü ve karşıma çıktı...
Eskiden neler düşünürdüm neler, bazen eski yazılarımı okuyunca ne kadar da kayışı sıyırmış bir tip olduğumla yüzleşiyorum, inanamazsınız!
Eski yazılarımı okumanızı asla tavsiye etmem, eskiden söylediklerimi hayata uygulamaya filan da çalışmayın sakın, gerçi çok okuyan da yoktur ama yine de ben uyarımı yapayım...
Şimdilerde her türlü küfürü ediyor bir güzel de rahatlıyorum, siz de küfredin iyi gelir...
Öyle açıktan küfretmekten bahsetmiyorum, sessiz küfürler zararsızdır, ne kendinize zarar verirsiniz, ne de karşınızdakilere...
İlle de ana avrat küfür etmenize de gerek yok, çok çeşitli seçenekler var hiç bir şey bilmiyorsanız, internetten araştırın öğrenirsiniz veya benim gibi gelişim göstererek kendi kendinize yeni küfürler keşfedersiniz...
Bazen "Allah belanı versin" demek bile öyle rahatlatıcı oluyor ki inanılmaz..!
Çoğu insan küfretmenin hiç iyi bir şey olmadığından bahseder, küfredenler sevilmez v.s. gibi şeyler söylerler, iyi de adam küfretmiyor ama arabası yok, küfretmiyor ama parası yok, küfretmiyor ama evi yok, küfretmiyor ama sevgilisi yok, karısı yok, yok da yok, kim sever bu adamı veya kadını? Hiç kimse sevmez, sırf küfretmiyor üsturuplu diye sevilen birisini gördünüz mü, gördüyseniz bile ne kadar sevilmektedir?
Ama ben hem de herkesin önünde karısına ana avrat küfreden, sonrasında da canım aşkım diye o adamın boynuna sarılan bir çok tartışma gördüm, aynı şey erkekler için de geçerli...
Kadın sıçıp sıvıyor adamı bir güzel ama bir problem yok, sorun da yok bir kaç gün dargınlık veya kırgınlık sonrasında hayata kaldığı yerden devam..!
Buradan ne anlıyoruz, bir şeye sahip değilseniz küfredin ve rahatlayın, birileri sizi küfür ediyor diye sevmemezlik veya garip görme girişiminde bulunuyorsa sorun etmeyin, onlar sizi zaten sevmiyorlardı..!
Çünkü sizin sevilmek için bir nedeniniz yok...
Haydi topluca küfür edelim, bu düzenin böyle işlemesini sağlayan herkese ve güzelce bir rahatlayalım...
Şahin Tepesi
İş dünyası içinde olduğumu ve her gün yeni bir umutla uyandığımı, her akşam umutlarımı dar ağacında sallandırıp, ertesi gün yeni umutları vizyona koyduğumu sanırım anladınız...
Karmaşık bir kişiliğe sahip olup çıktım! İnsanları boş verin, kendimi bile analiz edemiyorum son yıllarda, son yıllarda diyorum artık günleri, ayları aştım, geliştim ben, öyle geliştim ki keşfedilemez sınırlara sahibim.
Peki, bu sadece benim sorunum mu, bütün toplumun genel sorunu, yöneticisinden ahalasine kadar hepimiz bu durumdayız veya bu duruma doğru gidiyoruz. Ne zaman ne olacağı hiç belli değil hayatımızda. Sürprizlere açık bir hayatımız var hiç birimizin beklediği yaşam tarzı bu değildi biliyorum...
Bu hayata karşı ne gibi önlemler alabiliriz, ne yapabiliriz gerçekten onu da bilmiyorum. Fark ettiyseniz fazlaca bilmiyorum kelimesi kullanıyorum son yazılarımda, insanlara bildiklerini bile unutturabilen yaşamlar sokuldu!
Sokuldu ağır mı kaçtı, önemli değil, gerçekleri dillendirmek gerekiyor...
Hangimiz istediğimiz hayatı yaşayabiliyoruz? Hangimizin hayalleri veya istekleri önemli ki tepedekiler için. Şahin tepesinden, ovada yaşananlar çok mu önemli? Onlar çıkar televizyon kanallarından bir kaç damla bal damlatırlar ovadakilerin ağzına ve geçip arka tarafa kasadaki bloklar düzgün duruyor mu, onu kontrol ederler!
Bakarlar ki bloklar düzgün ama hala istedikleri sayıda değil, sayıyı arttırmak için ne gerekiyorsa onu yaparlar, hani ecnebidir, yahudidir gibi örnekler verilir, onların acımasızlığı anlatılır bazı hikayelerde sizlerin de duymuşluğu vardır, inanın şahin tepesinden ovadakilere bakış açısı o anlatılanlardan bile daha kötü...
Ovadakiler için hiç bir şey yapılmaz, yapılırmış gibi görünür, gösterilir ama yapılmaz, yaparlarsa kıyamet kopabilir, yanlış anlamayın, normal kıyamet değil, şahin tepesine kuş bakışı bakanlar var işte onlar müsaade etmezler..!
Yapacak çok fazla bir şey yok, bir savaşta olduğumuzu düşünelim, karşımızdakilerde, uçaklar, roketler, uzun menzilli her türlü silahlar ve hatta kimyasal silahlar olsun, bizim elimizde de hiç bir şey olmasın, ne yapabiliriz?
Sadece ölmemek için, kafamızı bir yerlere sokmaya çalışırız, durum bundan ibaret...
Abartmıyorum, gerçekten durum böyle. Tek yapmamız gereken, kursağımıza giren bir lokma ekmeğe, boğazımızı ıslatacak bir kaç damla suya şükretmek..!
Bunun dışında bir şey yapmaya çalıştıysan veya çalışıyorsan, hapı yuttun demektir...
Sokayım böyle hayata...
Karmaşık bir kişiliğe sahip olup çıktım! İnsanları boş verin, kendimi bile analiz edemiyorum son yıllarda, son yıllarda diyorum artık günleri, ayları aştım, geliştim ben, öyle geliştim ki keşfedilemez sınırlara sahibim.
Peki, bu sadece benim sorunum mu, bütün toplumun genel sorunu, yöneticisinden ahalasine kadar hepimiz bu durumdayız veya bu duruma doğru gidiyoruz. Ne zaman ne olacağı hiç belli değil hayatımızda. Sürprizlere açık bir hayatımız var hiç birimizin beklediği yaşam tarzı bu değildi biliyorum...
Bu hayata karşı ne gibi önlemler alabiliriz, ne yapabiliriz gerçekten onu da bilmiyorum. Fark ettiyseniz fazlaca bilmiyorum kelimesi kullanıyorum son yazılarımda, insanlara bildiklerini bile unutturabilen yaşamlar sokuldu!
Sokuldu ağır mı kaçtı, önemli değil, gerçekleri dillendirmek gerekiyor...
Hangimiz istediğimiz hayatı yaşayabiliyoruz? Hangimizin hayalleri veya istekleri önemli ki tepedekiler için. Şahin tepesinden, ovada yaşananlar çok mu önemli? Onlar çıkar televizyon kanallarından bir kaç damla bal damlatırlar ovadakilerin ağzına ve geçip arka tarafa kasadaki bloklar düzgün duruyor mu, onu kontrol ederler!
Bakarlar ki bloklar düzgün ama hala istedikleri sayıda değil, sayıyı arttırmak için ne gerekiyorsa onu yaparlar, hani ecnebidir, yahudidir gibi örnekler verilir, onların acımasızlığı anlatılır bazı hikayelerde sizlerin de duymuşluğu vardır, inanın şahin tepesinden ovadakilere bakış açısı o anlatılanlardan bile daha kötü...
Ovadakiler için hiç bir şey yapılmaz, yapılırmış gibi görünür, gösterilir ama yapılmaz, yaparlarsa kıyamet kopabilir, yanlış anlamayın, normal kıyamet değil, şahin tepesine kuş bakışı bakanlar var işte onlar müsaade etmezler..!
Yapacak çok fazla bir şey yok, bir savaşta olduğumuzu düşünelim, karşımızdakilerde, uçaklar, roketler, uzun menzilli her türlü silahlar ve hatta kimyasal silahlar olsun, bizim elimizde de hiç bir şey olmasın, ne yapabiliriz?
Sadece ölmemek için, kafamızı bir yerlere sokmaya çalışırız, durum bundan ibaret...
Abartmıyorum, gerçekten durum böyle. Tek yapmamız gereken, kursağımıza giren bir lokma ekmeğe, boğazımızı ıslatacak bir kaç damla suya şükretmek..!
Bunun dışında bir şey yapmaya çalıştıysan veya çalışıyorsan, hapı yuttun demektir...
Sokayım böyle hayata...
7 Eylül 2016 Çarşamba
Bi siktir git arayıp durma..!
Karamsarlık saçılmış odanın her köşesine, kapkara karamsarlık üstelik, öyle kolay bulunan bir cins değildir, sağda solda aramayın, markete, manava sormayın bulamazsanız...
Vazgeçmek, hayatımın satırlarında hiç yer almadı ama umut ışıklarım ne zaman sönme noktasına gelse, işte o an karamsarlığa sarılıp kalıyorum, annesini özleyen çocuklar gibiyim bu konuda...
Karamsar olmak benim suçum mu, yoksa her insan biraz karamsardır diye bir kavram da var mıydı? Varsa da, yoksa da bana ne tüm bunlardan, karamsarlığın dibini yaşamak varken, ne diye bunlarla kafamı yorayım ki...
Şehir yıkılır mı üzerinize bazen, yıkılır bilirim ve siz de benim gibi ezilip kalırsınız altında, bir şey yapmaya çalışmayın, bırakın yıkıntılar arasında öylece kalın bir süre, bakalım o yıkıntılar arasından neler çıkacak...
İşte karamsarlığımın yanına montajladığım umut tacirliği düğmem, basarım ve rahatlarım. Rahatlamak zorundayım başka bir yolu yok ki zaten.İşte o an çalan telefonlar, içimde patlayan el bombaları gibi, bir adam ne diye on sefer arar birisini, belli ki karşındaki telefona bakmıyor, bakamıyor veya bakmak istemiyor..!
Bi siktir git arayıp durma..!
Sen umut ışıklarını yakmaya çalışırken, pezevengin biri almış eline telefonu, zırt pırt çağrı bırakıyor, ulan göt herif ben senin telefonuna bakacak olsam, üçüncü ya çalar, ya çalmaz, hepimiz biliyoruz ki ya kıçımızda, ya da elimizde taşıyoruz cep telefonu denen baş belasını..!
Ne güzel sözler edecektim şu satırlarda halbuki, yazınında, umutlarımında, akşamımın da, geceminde içine eden bir şerefsiz musallat oldu mu, her şeyin bokunu çıkarıyor işte..!
Ayyaş
Üzülmesin hiç bir insan, akmasın gözünden yaş,
İyi insan olmak, sessiz kalmak mı?
Hayal kurmak güzel de, yalama sonunda avuçlarını,
Belki de cennetliktir, adını bilmediğiniz bir ayyaş..!
İyi insan olmak, sessiz kalmak mı?
Hayal kurmak güzel de, yalama sonunda avuçlarını,
Belki de cennetliktir, adını bilmediğiniz bir ayyaş..!
Eski merağı..!
Bir eskiye düşkünlük sarmış toplumu ki hiç sormayın..!
Sanki eskinin içine eden, şimdiki eski meraklıları değilmiş gibi..!
Sanki eskinin içine eden, şimdiki eski meraklıları değilmiş gibi..!
Günlerden çarşamba olunca ortalık da renkli oluyor haliyle... Pazar kuruluyor bu gün memlekette, renkli sahneler var anlayacağınız.
Meyveler zaten renkli ama satıcılar da oldukça renkli, durum böyle olunca bir renk cümbüşü sarıyor etrafı. Yalnız pazarcılar mı renkli olan, müşteriler de bir o kadar renkliler elbette...
Üzümü fiyatlı bulanlar kadar, ucuz bulanlar da var, karpuzu ucuz bulanlar kadar çok pahalı olduğunu düşünenler de kısacası, herkesin dünyası farklı, herkesin kazancı farklı, herkes farklı...
Peki, bu farklılık bir sorun yaratıyor mu, yaratmıyor, yaratsa bile küçük diyaloglarla geçiştiriliyor. Pazar yerinde yaşananları hayata indirgersek sanıyorum bir çok sorunun da üstesinden gelebiliriz.
En basit şekilde çözülebilecek farklılık sorunlarını karşımıza dağ gibi büyüterek getirenler aslında tüm farklılıklardan daha da farklı, onların belli başlı amaçları var ve onun üzerinde çalışıyorlar...
Peki, farklı olan bizler, diğer farklı olanlara karşı ne yapabiliriz, bunun üzerinde düşünmeli ve çalışmalıyız.
Öncelikle farkın ne olduğunu iyi tespit etmek gerekiyor, eğitim mi, sosyal yapı mı, konuşulan diller mi, anlatma biçimleri mi, olayları yorumlama biçimleri mi yoksa bunların dışında adı konmamış bir şekil mi var karşımızda, bunun tespitini yapmalıyız...
Siz ne düşünürseniz düşünün, neyin hesabını yaparsanız yapın, evdeki hesap, çarşıya uymuyor, bunu iyi bilmek gerekir. Bunu bildiğiniz ve kabul ettiğiniz zaman, işler daha kolay, hayat biraz daha çekilebilir oluyor.
Karpuzun veya üzümün neden pahalı veya ucuz olduğunu düşünmek yerine, sizin gerçekten bunlara ihtiyacınız var mı, bunu düşünmeniz gerekiyor. Pahalıysa eleştirmeye gerek yok, ihtiyacınız olanı kadarı alırsınız olur biter. Olmadı almazsınız, alamadığınız için de kimseyle çatışmaya gerek yok.
Daha olmadı dönün arkanızı sessizce basın küfürü içinizden rahatlayın, iyi gelir...
Meyveler zaten renkli ama satıcılar da oldukça renkli, durum böyle olunca bir renk cümbüşü sarıyor etrafı. Yalnız pazarcılar mı renkli olan, müşteriler de bir o kadar renkliler elbette...
Üzümü fiyatlı bulanlar kadar, ucuz bulanlar da var, karpuzu ucuz bulanlar kadar çok pahalı olduğunu düşünenler de kısacası, herkesin dünyası farklı, herkesin kazancı farklı, herkes farklı...
Peki, bu farklılık bir sorun yaratıyor mu, yaratmıyor, yaratsa bile küçük diyaloglarla geçiştiriliyor. Pazar yerinde yaşananları hayata indirgersek sanıyorum bir çok sorunun da üstesinden gelebiliriz.
En basit şekilde çözülebilecek farklılık sorunlarını karşımıza dağ gibi büyüterek getirenler aslında tüm farklılıklardan daha da farklı, onların belli başlı amaçları var ve onun üzerinde çalışıyorlar...
Peki, farklı olan bizler, diğer farklı olanlara karşı ne yapabiliriz, bunun üzerinde düşünmeli ve çalışmalıyız.
Öncelikle farkın ne olduğunu iyi tespit etmek gerekiyor, eğitim mi, sosyal yapı mı, konuşulan diller mi, anlatma biçimleri mi, olayları yorumlama biçimleri mi yoksa bunların dışında adı konmamış bir şekil mi var karşımızda, bunun tespitini yapmalıyız...
Siz ne düşünürseniz düşünün, neyin hesabını yaparsanız yapın, evdeki hesap, çarşıya uymuyor, bunu iyi bilmek gerekir. Bunu bildiğiniz ve kabul ettiğiniz zaman, işler daha kolay, hayat biraz daha çekilebilir oluyor.
Karpuzun veya üzümün neden pahalı veya ucuz olduğunu düşünmek yerine, sizin gerçekten bunlara ihtiyacınız var mı, bunu düşünmeniz gerekiyor. Pahalıysa eleştirmeye gerek yok, ihtiyacınız olanı kadarı alırsınız olur biter. Olmadı almazsınız, alamadığınız için de kimseyle çatışmaya gerek yok.
Daha olmadı dönün arkanızı sessizce basın küfürü içinizden rahatlayın, iyi gelir...
6 Eylül 2016 Salı
Nereden çıktın?
Nereden çıktın durup dururken karşıma?
Bak hortladı acılarım sayende, yıllar sonra...
Bilmedim o an sana, ne diyeceğimi..!
Sıraladım, içimden aklıma gelen, tüm küfürleri...
Bak hortladı acılarım sayende, yıllar sonra...
Bilmedim o an sana, ne diyeceğimi..!
Sıraladım, içimden aklıma gelen, tüm küfürleri...
Alıştım Sensizliğe
Aranmıyor ve sorulmuyorsam,
Bunun adı, ayrılık değil...
Hala alev alev yanıyorsam, seni seviyorumdur böyle bil..!
Sahiden sevseydin, böyle sessiz kalmazdın,
Aşk olsaydı yüreğinde, beni sensiz koymazdın...
Sakın aldatmasın seni, gözümden düşen yaşlar,
Benim, senden kopuşum, işte bununla başlar,
Avuçlarımda şimdi yüreğim,
Söktüm aldım içimden,
Ayıkladım içinden seni,
Kalmadı hiç bir şeyin,
Geceleri yakaladım sonra,
Soğukla kucaklaştım,
Acılarla boğuşup, yokluğunla savaştım,
Sorgulama sakın beni, sensizliği çoktan aştım,
Kan kusarak yazdım, olmadığın dakikaları,
Her attığım voltada, bil ki seni yakaladım,
Yırtıp attım yazdıklarını, yırtıp attım resimlerini,
Sildim bütün izini, ayrılığı imzaladım,
Dönme sakın geçmişe,
Çoktan unuttum seni,
Alıştım sensizliğe, alıştım..!
Bunun adı, ayrılık değil...
Hala alev alev yanıyorsam, seni seviyorumdur böyle bil..!
Sahiden sevseydin, böyle sessiz kalmazdın,
Aşk olsaydı yüreğinde, beni sensiz koymazdın...
Sakın aldatmasın seni, gözümden düşen yaşlar,
Benim, senden kopuşum, işte bununla başlar,
Avuçlarımda şimdi yüreğim,
Söktüm aldım içimden,
Ayıkladım içinden seni,
Kalmadı hiç bir şeyin,
Geceleri yakaladım sonra,
Soğukla kucaklaştım,
Acılarla boğuşup, yokluğunla savaştım,
Sorgulama sakın beni, sensizliği çoktan aştım,
Kan kusarak yazdım, olmadığın dakikaları,
Her attığım voltada, bil ki seni yakaladım,
Yırtıp attım yazdıklarını, yırtıp attım resimlerini,
Sildim bütün izini, ayrılığı imzaladım,
Dönme sakın geçmişe,
Çoktan unuttum seni,
Alıştım sensizliğe, alıştım..!
Serbest Düşünce Alanı
Her gün nasıl bir hayat yaşadığını sorgulamak yerine, bize nasıl bir hayat verildiğini incelesek, daha yerinde olacak kanısındayım...
Hepimizin hayatıyla ilgili şikayetleri vardır ve bunun bir sonu gelmez, sürekli sorgularız, ölçeriz, biçeriz, tartarız, sanki elimizde hayatımızı veya yaşadıklarımızı değiştirebilecek bir güç varmış gibi...
Sonuçta nereye varırız, kocaman bir boşluk, uzun ve dolambaçlı yollar arasında savrulur durur düşüncelerimiz. Düşünce deyince, çok da düşünmemek lazım derim sürekli kendime ama düşünmekten de geri kalmam her nedense...
Çoğumuzun ortak yönü budur sanırım, düşünmek...
Düşünmek iyidir, hoştur ama bir o kadar da boşluktur, bunu da iyi bilmek ve bellemek gerek... Adımızı nasıl biliyorsak, bunu da mıhlayalım beynimize, mıhlayalım ki unutmayalım. Çok düşünen gördüm, sonunda bir yere varamayan, varamadığı gibi, akıl oyunları içinde yok olup gidiveren.
Bazılarına göre kadercilik demektir, belki şu an yazacaklarım, evet, bir kaderciyim, en azından zorlamıyorum gemiyi, akıntının tersine doğru yüzdürmek için...
Denemedim mi, çok denedim ama gördüm ki, her seferinde olmayacak işlerle boğuşup duruyorum, bıraktım akıntıya kendimi daha bir keyifli oldu hayat, en azından tersine çevirmeye çalışmaktan daha az yorucu olduğu kesin...
Hepimizin hayatıyla ilgili şikayetleri vardır ve bunun bir sonu gelmez, sürekli sorgularız, ölçeriz, biçeriz, tartarız, sanki elimizde hayatımızı veya yaşadıklarımızı değiştirebilecek bir güç varmış gibi...
Sonuçta nereye varırız, kocaman bir boşluk, uzun ve dolambaçlı yollar arasında savrulur durur düşüncelerimiz. Düşünce deyince, çok da düşünmemek lazım derim sürekli kendime ama düşünmekten de geri kalmam her nedense...
Çoğumuzun ortak yönü budur sanırım, düşünmek...
Düşünmek iyidir, hoştur ama bir o kadar da boşluktur, bunu da iyi bilmek ve bellemek gerek... Adımızı nasıl biliyorsak, bunu da mıhlayalım beynimize, mıhlayalım ki unutmayalım. Çok düşünen gördüm, sonunda bir yere varamayan, varamadığı gibi, akıl oyunları içinde yok olup gidiveren.
Bazılarına göre kadercilik demektir, belki şu an yazacaklarım, evet, bir kaderciyim, en azından zorlamıyorum gemiyi, akıntının tersine doğru yüzdürmek için...
Denemedim mi, çok denedim ama gördüm ki, her seferinde olmayacak işlerle boğuşup duruyorum, bıraktım akıntıya kendimi daha bir keyifli oldu hayat, en azından tersine çevirmeye çalışmaktan daha az yorucu olduğu kesin...
5 Eylül 2016 Pazartesi
Düzen
Düzen, düzen dediniz, düz'dünüz her canlıyı...Buna rağmen;
Düzencileri,"düzülenler" korur ve kollar..!
Her şekilde size çıkar, tüm yollar..!
Ne geçti elinize veya geçecek, soruyorum?
Bir kaçınızın değil,
Hepinizin, gelmişine, geçmişine küfrediyorum..!
Alın, sizin olsun bu düzen,
Adam değildir, ömründe bir kere bile, bu düzene küfretmeyen..!
Düzencileri,"düzülenler" korur ve kollar..!
Her şekilde size çıkar, tüm yollar..!
Ne geçti elinize veya geçecek, soruyorum?
Bir kaçınızın değil,
Hepinizin, gelmişine, geçmişine küfrediyorum..!
Alın, sizin olsun bu düzen,
Adam değildir, ömründe bir kere bile, bu düzene küfretmeyen..!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Özgürlük
Önce kocaman bir yürek taşıyacak Sonra uğrunda savaşacaksın, Sende yoksa o yürek Boşuna sesini yükseltip bağırmayacaksın! Bu yol bildiğin ...

-
Biz, pazar yerlerine hava karardığında giderdik çocukluğumuzda, ben pazarların akşamları kurulduğunu sanırım, çocukluk işte... Annem usulc...
-
Beyaz martıyı beklerken, siyah kargayla dertleşmekten sakınmam... Hepimiz yaşarız bazen bu tür duyguları, şöyle deniz kenarına ineyim, ma...