Hayatın üzerine geldiği, çekilmez diye düşündüğü günlerdi! Kalabalıklar içinde yalnızlığı sonuna kadar yaşıyordu. Tüm bunlara çözüm bulmaya çalıştıkça, sanki mutsuzluk buluyordu. İşsizlik, sorunlarının tuzu biberi oluyor, yaşama karşı tutunamadığını düşünüyordu...
Umutsuzluğun içinde, yeni umutlar aramaktan usanmıştı. Zaten umut diye sarıldığı her şey elinde kalıyordu. Hani bazen olur ya, her insanda, hücrelerinin bile isyan ettiği zamanlar, işte tam öyle bir akşamüstüydü...
Bilgisayarını açarak her zaman olduğu gibi msn’e dokundu, bir süre dönen yeşil adamı izledi. Msn'i açıldığında, sağ alt taraftan gelen maillerin uyarısını gördü. On sekiz mail olduğunu görünce şaşırdı, uzun zamandır açmamıştı mail kutusunu, tıkladı. Yine birçok siteden ve üyelikten gelen mailler sıralanmıştı ekranında. Bir mail hariç, “merhaba” yazıyordu. Diğer mailleri işaretleyerek okumadan sildi, merhaba yazan maili açtı...
“Üzülme sakın,
bir dosta ihtiyacın varsa,
ben varım” yazıyordu…
ve altında “not: lütfen kim olduğumu merak etme, sadece bir dost” diyordu…
Gönderen kişinin adresine baktı, tanımadığı bir mail adresiydi…
Gönderen kişinin adresine baktı, tanımadığı bir mail adresiydi…
Şaşırmıştı, kim olabilir diye düşündü bir süre, gönderildiği tarih ve saat çok yeniydi. Yanıtla butonuna tıkladı “ kimsin, tanıyamadım” yazıp yolladı. Birkaç saniye sonra yeni mesaj uyarısı gelmişti bile.
“Kim olduğumu merak etme demiştim, sadece bir dost, biliyorum iyi değilsin ama artık ben yanında olacağım” diyordu.
Umursamadı fazla, web sayfaları arasında dolaşmaya başladı, bir süre sonra kapatıp bilgisayarını, balkona çıktı. Etrafı kolaçan etti biraz, hemen karşısında yer alan evin balkonunda, tekerlekli sandalye üzerinde oturan genci fark etti. Sigarasını içtikten sonra, mutfağa geçti, ekmek arası bir şeyler yaptı, peynir, marul, zeytin, domates eline geçen ne varsa tıkıştırdı ekmeğin içine.
Yemeğini yedikten sonra, koltuk üzerinde uyuyup kaldı. Uyandığında neredeyse gece yarısı olmuştu. Televizyonda izleyecek bir şey bulamayınca, tekrar bilgisayarını açıp, oturdu karşısına. Dönen yeşil adamın turlaması bitince, çevrimiçi olan arkadaşlarına baktı, herkes ayrı bir yazı yazmıştı üst kısımlara, kimisi, dinlediği müziği gösteriyor, kimisi günün anlam ve manasına ilişkin notlar yazıyordu.
Oldum olası ifrit olurdu bu duruma, birkaç arkadaşıyla sohbet etti, sonrasında facebook’una geçti. Eklenen videolarla oyalandı, o sırada mail kutusuna düşen mesajın uyarısı belirdi ekranın sağ alt tarafında. Esrarengiz mail adresinden, yeni bir mail daha geldiğini gördü, tıkladı.
Öylesine güzel cümleler ve öylesine kendisini tanıyan bir kişi vardı ki karşısında, şaşırmadan edemedi. Yazdıkları ve anlattıklarını okudukça, çok rahatladığını, gerçekten de, dip notta belirttiği gibi “dost” olduğunu anladı. Normalde geceleri asla uyuyamıyordu ama okudukları onun ruh halini son derece güzelleştirmiş ve rahatlatmıştı. Uykusunda uzun zamandır görmediği rüyalar gördü, öyle mutlu kalktı ki yattığı yerden…
Kahvaltısını yaparken, bilgisayarını alıp, hemen mail kutusunu açtı. Evet, işte yine yazmıştı, güne güzel başlaması için yazılanlar yetti de arttı bile. Aradan birkaç gün geçmişti, cep telefonu çalmaya başladı, açtığında üç ay önce başvurduğu işe kabul edildiğini duyunca, sevinçten ne yapacağını şaşırdı.
Hemen aklına mail arkadaşı geldi, telefondan bahsetti, işe başlayacağından, çok mutlu olduğunu yazıp yolladı. Bilgisayarını kapatıp, doğruca yatak odasına geçti, en sevdiği kıyafetlerini giydi, biraz da makyaj yaparak, çantasını kaptığı gibi, iş görüşmesine gitti. Her şey yolunda gitmiş, sürekli hayalini kurduğu şirketle iş anlaşmasını yapmıştı bile. Tüm güzellikler bir anda peşi sıra hayatına giriyordu.
Akşamleyin eve döndüğünde, ilk işi, bilgisayarını açmak ve maillerine bakmak oldu. İşte yine, yeni bir mail gelmişti. Baştan sona okudu, iş ile ilgili iyi dileklerden, her şeyin üstesinden gelebileceğinden, çok güçlü olduğundan ve başaracağından bahsediyordu. Vakit kaybetmeden cevapladı maili ve yorgunluğun da etkisiyle erkenden uyuyup kaldı.
Ertesi sabah, akşam ve ilerleyen günlerde, esrarengiz dostunun mailleriyle güne başlıyor, ondan gelen maillerle günü tamamlıyordu. Kimdi bu, kim, kim, kim? Aklını kemirmekte olan bu sorunun yanıtını öğrenmek istediği her mail’e gelen cevap hep aynıydı “bir dost”…
Bir süre sonra, o eski halinden hiç eser kalmamış, her şey değişmiş, yeni bir hayatın içerisinde bulmuştu kendisini. İş yemekleri, iş toplantıları, pazar kahvaltıları, yaşamı artık son derece hızlıydı. Mail arkadaşına zaman ayıramıyor, ondan gelenleri okumaya fırsat bulamıyordu. İlk zamanlar biraz aksatmaya başladığı maillerini, sonraları daha çok aksatmaya başladı! Bir süre sonra, hiç ilgilenmez olmuştu. Uzunca bir zaman sonra aklına geldi, kırk dört adet mail’i okumadığını fark etti.
Hepsini toplu halde okuyarak, bir teşekkür maili yolladı ve altına “lütfen kim olduğunuzu artık söyleyin” notunu düştü. Sabahleyin uyandığında apar topar, apartmandan çıkarken, karşı bina önünde alışık olmadığı bir kalabalık vardı. Aralarından geçip gitti. İleride kapıcı ile karşılaştı, neler olduğunu sordu, bir cenaze olduğunu öğrendi. Kimmiş diye sordu. Kapıcının açıklamasına verdiği yanıt, oldukça ilginçti, "hımm, biliyorum, suratsızın birisiydi" dedi.
Akşam eve döndüğünde mail kutusunu açtı, yolladığı son maile cevap gelmemişti. Aradan uzunca bir zaman geçmesine rağmen, yolladığı tüm mailler karşılıksız kalmış cevap gelmemişti…
Üç ay sonra, bir Pazar sabahı…
Kapı zilinin sesiyle uyandı, karşısında yaşlı bir kadın duruyordu. Elinde kendisine uzatılan bir mektup vardı. Bu mektubu, ölen kanser hastası oğlunun çekmecesinde, kızının bulduğunu ve oğlunun bu mektubu ona ulaştırmaları için, üzerine not yazdığını söyledi, "bu mektup senindir" dedi ve uzattı...
Çok şaşırmıştı, mektubu açtı;
Merhaba, ben karşı komşun, balkonda görmüş olmalısın, tekerlekli sandalyede oturan adam. Hiçbir gün bana selam vermedin ama olsun, diye başlayan, devamında, hiç yabancısı olmadığı güzel sözcüklerden oluşan bir mektuptu avuçlarının arasındaki…
En altta “ not; komşularınla selamlaşmayı, sevmeyi ve onlarla hayatı paylaşmayı, asla ihmal etme” yazıyordu.
Gözlerinden düşen damlalara engel olamadı, kendini kaybetmiş şekilde ağlıyordu
“suratsız diye isimlendirdiği" kişi,
tekerlekli sandalyeye bağımlı ve öleceği günü bekleyen adamdı! İçinde bulunduğu o çaresiz duruma rağmen, kendisini her konuda motive eden, onu hayata bağlayan, yaşama tutunmasını sağlayan biricik “mail dostu” çıkmıştı…
Ozan Muhammet CANDAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder